Yükseköğretim Kurumları Sınavı'nın (YKS) sonuçları açıklandı. Üniversiteler kapılarını yeni öğrencilerine açmaya hazırlanırken, gençler ve aileler için heyecanlı ve bir o kadar kaygılı bir dönem başladı: Tercih süreci. Bu süreç, yalnızca puanların karşılaştırıldığı, sıralamaların yapıldığı bir teknik işlem değil; aynı zamanda bireysel yönelimlerin, toplumsal beklentilerin ve aile içi ilişkilerin yeniden şekillendiği bir eşik.
Geleceğin Eşiğinde
Her yıl yüzbinlerce öğrenci elindeki puanı geleceğe çevirmeye çalışıyor. Ancak bu tercih listeleri, sadece başarı sıralarını değil; gençlerin içinde bulunduğu sosyal koşulları, ailelerinin yönlendirmelerini ve piyasaya dair beklentileri de yansıtıyor. Dolayısıyla tercih süreci, görünenden çok daha fazlasını barındırıyor.
Bugün üniversiteler yalnızca birer diploma kurumu değil; gençlerin düşünsel, duygusal ve mesleki anlamda şekillendiği, kimlik arayışlarının olgunlaştığı mekânlardır. Bu anlamda üniversiteler, sadece meslek edindirme değil, aynı zamanda birey olma, toplumu anlama ve geleceğe dair söz kurabilme zeminidir.
Tutku mu Gelecek mi?
Ancak tercih sürecine yakından baktığımızda, bireysel tutku ile toplumsal baskı arasında sıkışan gençler görüyoruz. Bir yanda "İstediğin bölümü seç" tavsiyesi; diğer yanda "İş bulabileceğin bölümü yaz" uyarısı. Bu çelişkili yönlendirmeler arasında gençler, sıklıkla kendilerine değil, dışsal beklentilere göre karar vermek zorunda kalıyor.
Bu noktada Erik Erikson'un kimlik gelişimi kuramı, genç bireylerin bu dönemde kendi değerlerini ve yönelimlerini bulmaya çalıştığını hatırlatır. Ailelerin rolü burada yön göstermek değil; yanında durmak, anlamaya çalışmak ve güven inşa etmektir. Carl Rogers'ın koşulsuz kabul yaklaşımı da, gençlerin potansiyelini gerçekleştirmesinde en önemli faktörün duygusal destek olduğunu vurgular.
Aynı zamanda gençlerin tercihlerini etkileyen bir diğer görünmez el de, küresel ölçekte şekillenen neoliberal piyasa mantığıdır. David Harvey'nin tanımladığı gibi, eğitim artık sadece bireysel gelişim değil, piyasanın ihtiyaçlarına göre biçimlenen bir araç haline gelmiştir. Gençler tutkularını değil, sistemin onlara çizdiği rotaları seçmeye yönlendirilmektedir.
Geleceği Birlikte İnşa Etmek
Ancak tüm bunlara rağmen, üniversiteler bu döngüyü kırabilecek nadir kurumlardandır. Öğrencinin ilgi alanlarını keşfetmesine imkân tanıyan programlar, çok disiplinli bakış açıları, eleştirel düşünme becerilerini geliştiren içerikler ve destekleyici akademik kadrolar; tercihin ötesinde, öğrencinin kendi yolunu çizmesini mümkün kılar.
Bugün tercihte bulunacak her genç bilmeli ki: Üniversiteye başlamak, yalnızca bir puanın sonucuna değil; yeni bir hayatın başlangıcına işaret eder. Kimi zaman ilk tercih olmaz belki; ama doğru destek, doğru ortam ve doğru yönlendirmeyle o yol, kişiye ait bir başarı hikâyesine dönüşebilir.
Aileler içinse bu dönem, sadece çocuğun bölüm seçtiği değil; onunla güven, anlayış ve iletişim bağlarının yeniden kurulduğu bir fırsattır. Yargılamak değil, anlamak. Yönlendirmek değil, eşlik etmek.
Ve üniversiteler için de bu dönem, sadece kayıt dönemi değil; geleceğin bireylerine rehber olma sorumluluğunun yeniden başladığı zamandır.