Dostoyevski'nin Suç ve Cezası, bireyin vicdanı ile toplumun yargısı arasında sıkışıp kalan bir insanın psikolojik çözümlemesini sunar. Roman boyunca Raskolnikov'un işlediği suçun ardından yaşadığı içsel çöküş, yalnızca adaletin değil, iletişimin de merkezinde yer alır. Peki bugün, Raskolnikov yaşasaydı ve suçu basına yansısaydı; yaşadığı ceza yalnızca vicdanla mı sınırlı kalırdı?
Modern iletişim araçları, bireyin en mahrem iç çatışmalarını bile kamusal bir gösteriye dönüştürebiliyor. Sosyal medya, dijital haber portalları ve 24 saatlik haber döngüsü, artık "suç"u yalnızca hukuki bir mesele değil, toplumsal bir linç malzemesi haline getiriyor. Raskolnikov'un suçu, bugün birkaç saat içinde trend listelerine girer, olay yeri görüntüleri TikTok'ta viral olurdu. Vicdan yerine algoritmalar konuşurdu.
Dostoyevski'nin St. Petersburg sokaklarında gezinirken okura verdiği içsel ses, günümüz dünyasında yerini yorumlara, tweetlere ve yorumlar altındaki etiketlere bırakmış durumda. Mahrem olan kamusallaştıkça, cezanın doğası da değişiyor. Artık "ceza" sadece hapishanede değil, sosyal medya mahkemelerinde veriliyor.
Bir düşünelim: Bugün suçun işlendiği bir mahallede, önce kamera kayıtları paylaşılır, ardından mahalle sakinleri yerel kanallarda görüş belirtirdi. Belki de Raskolnikov, suçu itiraf etmeden önce "Halk ne der?" diye düşünmek zorunda kalırdı.
Dostoyevski, bireyin suçla yüzleşmesinde iletişimin içsel bir araç olduğunu vurgularken; biz onu dışsallaştırdık. İç monologların yerini artık dış monologlar aldı. Günümüz iletişim araçları, suçu da, cezayı da, hatta bazen gerçeği de araçsallaştırıyor.
Belki de sormalıyız: Raskolnikov vicdanına yenilmişti. Peki biz, iletişim çağında, kendi vicdanımıza hâlâ kulak verebiliyor muyuz?