Haberler

Göbeklitepe ve Karahantepe’de insanlık tarihine yolculuk…

Zeynep Özcan

Zeynep Özcan

Yazar ve Editör
11.01.2024 06:32

Tarihimizi okumanın, araştırmanın güzelliği başka; görerek, dokunarak, işiterek hissetmenin lezzeti başka… Arkeoloji bilimi üzerine çalışanlara en çok da bu sebeple hayranlık duyarım. Bizler, geçmişin izlerini taşıyan eserlere dair yapılan araştırmaları, bilimsel incelemeleri okur, müzede sergilenenleri görme şansına erişiriz. Nice buluntunun, beraberinde taşıdığı hikâyenin varlığından habersiz göçer gideriz. Oysa arkeologlar, tarihe ve hikâyelere dokunur, görünmezlerin ötesini görür, duyulmazların ötesini duyar ve hissederler. Binlerce yıldır toprak altında gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen bir tableti, buğday tanesini, heykeli bulmak, dokunmak kim bilir nasıl bir histir? Ayrıcalıklı hâllerine özenmemek mümkün değildir.

Sevgili arkadaşım Damla Karakuş'un vesilesiyle tanıştığım Arkeolog&Yazar Uğur Portakal'ın Mezopotamya Günlükleri Instagram hesabında Göbeklitepe kazılarından paylaştığı fotoğraf ve videoları büyük bir heyecanla takip ediyordum. Yakın zamanda yayımlanan Dalında Öyküler kitabıyla edebi yönünün ne denli güçlü olduğunu bir kez daha fark ettiğimiz Uğur, kâh uçsuz bucaksız tepelerde bir başına tarihin izini sürüyor ve keşfe çıkıyor… Kâh dilek ağacının altında Şanlıurfa'da benzersiz renklere bürünen güneşi hem karşılıyor hem de adı gibi uğurluyor.

Sevgili Uğur'un nazik davetiyle tası tarağı toplayıp yola koyulmam bir oldu. Biletimi aldım, özenerek seçtiğim arkeolog kıyafetimi giyindim. Artık insanlık tarihine yolculuk yapmaya hazırdım. Ne mutlu ki Yazar Turgut Akaslan'la da bu keyifli seyahatte yüz yüze tanıştık ve yol arkadaşı olduk. Güneşin izini tepelerde, tarlalarda, ağaçlarda sürerek, Kürtçe ve Türkçe hisli türküler dinleyerek ilerlerken Şanlıurfa ruhunu derinlerimizde hissettik. Yaşar Kemal'i, o muazzam tasvirlerini kaç kez andık, hatırlamıyorum. Kıymetli Çiğdem Ülker Hoca'mın Yazmak… Zamanı Aşmak kitabının otuzuncu ve otuz birinci sayfalarında bahsettiği usta yazarın o muazzam renklerini, Mezopotamya'da yakından gördüm. Benzersiz bir tecrübeydi…

Tarihe yolculuk yaparken kronolojik sıralamayı takip ettik. İlk durağımız insanı hayrete düşüren Göbeklitepe'ydi. Uzun zamandır görmek istiyordum fakat bir türlü fırsat bulamamıştım. Dönüş yolunda Göbeklitepe'den aşağıya, o devrin insanıymışçasına yürürken, bedenimin sağ tarafına vuran güneşin sıcaklığını ve sol yanıma baktıkça göğe yükselen ayı fark ettiğim anı unutamıyorum. Sanki dünyanın tam ortasında duruyor, güneşin turunculuğunda kayboluyor, maviliğin içinde parlayan aya baktıkça yeniden doğuyordum. On iki bin yıl önce yaşayanların geçmiş olabileceği patikadan inerken büyülenmemek mümkün değildi. Üzerine nice dönemin toprağının, tozunun örtüldüğü; 1963 yılında yüzey taramasının ardından kim bilir hangi vakitte açılan yollardan yürürken içimden iyi ki dedim, iyi ki daha önce gelme fırsatı bulamamışım.

Hem hiç düşünmeden hem de uzun uzun düşünüp söyleyebilirim ki hayatımın en anlamlı yolculuğuydu. Seyahatimin üzerinden iki aya yakın vakit geçti, henüz yazabiliyorum. Kâğıdı kalemi elime aldım, ne hislerimi tarif edebilecek kelime bulabildim ne de kendimde yazabilecek hâl… Sanırım nasıl etkilendiğimi ancak böyle anlatabilirim.

Birbiriyle etkileşim içinde iki ayrı tepe:
Sonsuz ihtimallere gebe

Dünyanın gördüğü muhtemelen son avcı toplayıcılar, tüm bölgeye hâkim olabilecekleri bir alana kurulmuşlar. On beş metreyi aşan tepede varlığını sürdürürken muhtemeldir ki gelecek tehlikeleri fark etme arzusuyla buraya konuşlanmışlar.

Gitmeden dersime çalışmış, Göbeklitepe Kazı Başkanı Prof. Necmi Karul Hoca'nın paylaştığı bilgileri not almıştım. Tek tek tüm eserleri inceledik. Ne anlam ifade ettiklerini veya muhtemelen neyi anlatmak istediklerini sevgili Uğur'dan dinlerken, günümüzden 11.000-11.500 yıl öncesine uzanan tarihiyle Göbeklitepe'nin kıymetini bir kez daha ayrımsadık. Bu anlamlı yolculuk sayesinde medyada paylaşılan bilgilerin çoğunun doğru olmadığını öğrendim. Son avcı toplayıcılardan olan bu insanların meskeni, ilan edildiğinin aksine en eski yerleşim yeri yani tarihin sıfır noktası değilmiş.

Neolitik Dönem'in ilk yerleşik topluluklarından olduğu tahmin edilen Göbeklitepe ahalisinin bölgede yaşam ve/veya ibadet için bulunduğu ön görülüyor. Döneminin hemen öncesi buzul çağı olan Göbeklitepe'nin henüz %5'i kazılmış. Bu demek oluyor ki bizler bu kazıların bittiğini göremeyeceğiz.

İlk insanlar bakmanın ötesinde görmüş. Gözlerine değenleri taşlara kazımış. İlkel deyip geçtiğimiz aletlerle ana kayayı oyarak böylesine etkileyici bir yaşam/ibadet alanını nasıl kurabildiklerini tahayyül etmek bile zor. Necmi Karul Hoca'nın paylaştığı bilgilere göre Göbeklitepe'nin çağdaşları içinde öne çıkan özelliği anıtsal mimarisi ve tarih öncesi sembolizmasını çok iyi yansıtan eserlere sahip oluşu…

Yılın Saha ve Araştırma Projesi: Karahantepe

Taş Tepeler Projesi kapsamında kazılan, günümüze 200-300 yıl daha yakın tarihiyle Karahantepe, Göbeklitepe'yi anlamak için çok önemli. Bu bölgedeki insan figürlü buluntular, türümüzün kendini hayvanlar aleminin dışına çıkardığı gösteriyor. Oysa Göbeklitepe'deki kalıntılar daha çok hayvan figürü ağırlıklı. Bizler bu değişime neredeyse on iki bin yıl sonra tanıklık ediyoruz… İki önemli tepenin birbiriyle ilişkili büyük bir yapı kompleksinin parçası olduğu düşünülüyor. Ana kayadan oyulan dikilitaşların çatıyı taşımak üzere yapıldığı ihtimaller dahilinde. Şimdilik buluntular, yapıya bir merdivenle inildiğini, diğer ucundan merdivenle çıkıldığını gösteriyor.

Geçtiğimiz haftalarda 5. Şangay Arkeoloji Forumu'nda Yılın Saha ve Araştırma Projesi kapsamında seçilen çalışmalardan biri de Karahantepe Projesi'ydi. Ne kadar gurur duysak az… Kazı Başkanı Necmi Karul Hoca ve ekibi, birbiriyle ilişkili, sonsuz ihtimallere gebe olan iki tepede şahane işler ortaya koyuyorlar. Daha doğrusu tarihi topraktan çıkarıyorlar.

Yegâne evimiz olan toprağın üzerinde konaklıyoruz. Geçen zaman, çeşitli doğa olayları bizi, bizden kalanları üzerinde yaşadığımız toprağın içine çekiyor ve gün geliyor tarih oluyoruz. Aradan belki yüzyıllar, binyıllar geçiyor. Arkeologlar birer hikâyeye dönüşen hayatlarımızı toprağın derinliklerinden çıkarıyorlar. Tüm bunları düşünürken bir film sahnesindeymişçesine çadırda kazı ekibiyle oturmuş, kahvelerimizi yudumluyor ve Karahantepe üzerine sohbet ediyorduk.

Titiz çalışmalarına şahit olmak, aynı akşam Necmi Karul Hoca'yla tanışma imkânı bulmak benim için büyük bir onurdu. Yakın zamanda duyurulan yeni buluntuyu arkeologların temizlediği sırada görme şansına da eriştim. Elbette fotoğraf çekmek yasaktı. Nasıl heyecan vericiydi anlatamam... Binlerce yıllık insan heykelini arkeologlardan sonra denk gelip görmek, tarifi imkânsız bir histi. Sevgili Uğur Portakal'a, yol arkadaşım Turgut Akaslan'a, kıymetli Necmi Karul Hoca'mıza çok teşekkür ederim.

Seyahatimin üzerinden epey vakit geçmesine rağmen kulağımda hâlâ Necmi Hoca'nın cümlesi yankılanıyor:

Zannettiğimiz kadar ilkel olmayabilirler…

Zeynep Özcan

title