Pandemide sanat ve sokak fotoğrafçılığı
Yeşim Mutlu
Pandemi sürecinde teknolojik olarak ne kadar yoğun günler geçiriyor olsak da sanata da çok farklı etkileri olduğu ortada. Ayla Algan bir söyleşisinde "Sanat, aslında zor zamanlar içindir." dese de şu an sanat zorluklar içinde.
Yakın bir gelecekte daha çok çevrim içi sergi, sanat fuarı göreceğiz. Fotoğrafçı dostlarımla yaptığım sohbetlerde ortaya çıkan durumda bu yönde. Sanat her dönemde çağının dinamiklerine göre yeniden biçimlendiğine göre artık daha çok dijital iletişimi kullanacağız. Her koşulda sanat var olacak ve varlığını sürdürecek.
Bu süreçte beni en çok şaşırtan Instagram da gördüğüm "FaceTime fotoğrafçılığı" oldu. Herhalde uzun bir süre düşünsem FaceTime aracılığıyla fotoğraf çekmek aklıma gelmezdi. Her zaman sanat yolunu buluyor. Varsın FaceTime fotoğrafçılığı sanat dünyasında yer bulsun. Fotoğraf her ne şekilde olursa olsun hep var olsun.
Pandemi varlığını hissettirdiği her alanda olduğu gibi fotoğrafçılığı da derinden etkiledi. Açıkçası ne zaman gönlümüzce fotoğraf çekebileceğiz, ne zaman sokaklarda olabileceğiz bilmiyorum. Ama hayat devam ediyor. Çevrim içi olsakta dijital sohbetler, dijital ekranlarda devam ediyor. Bu yazıda geleceğe bıraktığımız bir fotoğrafçının pandamı sürecindeki hikayesi :)
Hem fotoğrafta dijital değil mi?
Hakancığım, kurumsal hayatı bırakıp hayallerinin peşinden giden bir nevi yoldan çıkanlardansın :) Fotoğraf yolculuğun nasıl başladı?
Benimkisi kelimenin tam anlamıyla "bir kitap okudum, hayatım değişti" durumu. 33 yaşıma basmama günler kala Ernie J. Zelinski'nin "Çalışma (ma)'nın Keyfi" kitabını okuyarak kendimi ve hayatımı epeyce sorguladığım bir dönemde; arkadaşım doğum günü hediyesi olarak kompakt dijital fotoğraf makinası hediye etti. Öncelikle çözülmesi gereken elektronik cihaz olarak epeyce kurcaladım. Bu arada fotoğraf da yavaş yavaş bünyeye nüfuz etmeye başladı. Zamanla bu ilgi sonucunda daha büyük makinalar, bir sürü ekipman, fotoğraf gezileri başladı. Ama şunu net olarak söyleyebilirim ki esas kırılma noktası fotoğraf eğitimiyle oldu. Eğitim aldıktan kısa bir süre sonra eğitmen olarak insanların karşısına geçmem öğrenme sürecimi daha da ivmelendirdi. Bir şeyi iyi ve hızlı öğrenmek için öğretici tarafında olmak gerekiyormuş, öğrendim. Fotoğrafa başladığım zaman profesyonel hayatımda çok uluslu bir şirkette çalışıyordum. 16 yıl boyunca hayatıma hafta içi kurumsal dünyanın içinde beyaz yakalı bir çalışan olarak, hafta sonu ve tatillerde ise kot pantolon, tshirt ve boynumda fotoğraf makinası ile çekimler yaparak devam ettim.
Fotoğrafçılık günümüzün en popüler mesleklerinden. Sen alanın içinde kendine nasıl yer buldun?
Bireysel, grup ve kurumsal ortamlarda fotoğraf seminerleri ile fotoğrafın profesyonel alanına girmiş oldum. Yeni başlayanlar için temel fotoğraf, daha ileri seviye için sokak fotoğrafçılığı ve içeriğini katılımcılarla butik olarak belirlediğimiz dijital fotoğraf işleme atölyelerim var. Bu atölyelerde benim için en önemli kriter, bilgiyi aktarıp tecrübelerimi paylaşarak bunun katılımcılarda deneyime dönüşmesini sağlamak oldu. Atölyeler dışında marka iş birlikleri, ortak etkinlik ve sunumlar, kurumsal çekimler, modellerle çalışmak ve tabii ki sokak fotoğrafları kalan zamanımı epeyce dolduruyor. Özellikle kurumsal projelerde hayallerin görülebilir, yayınlanabilir, baskısı alınabilir fotoğraflara dönüşmesi apayrı bir mutluluk veriyor.
Fotoğraf senin için ne anlam ifade ediyor?Neden sokak fotoğrafçılığı?
Benim için fotoğrafın anlamını 3 maddede ifade ederim; şahit olmak, dahil olmak, olmayanı oldurmak. İlk zamanlarda ürettiğim fotoğraflarda belki de teknik kusursuzluk arayışının vermiş olduğu hisle gerçek dünyanın görsel birer replikası hali vardı. Hatta bir parça da genel beğeni görsün, alkışlansın beklentisi. Buna bir de dijital fotoğraf teknolojisinin tüm imkânlarını, pek çok farklı ekipmanı kullanma kaygısını da ekleyebiliriz. Sonra farkettim ki, fotoğrafı çeken benim ve makina sadece bir "araç" Bu farkındalıktan sonra fotoğrafın benim için anlamı evrildi ve artık fotoğraf benim için bambaşka bir iletişim diline dönüştü. Birey olarak kendimi aradığım, anlattığım, sorguladığım, konumlandırdığım serbest bir hareket alanına sahip oldum. Şöyle ki; elimde çerçevesi, sınırları teknik olarak belirli bir kadraj var evet ama ben gerçek hayattan ne kadarlık bir parçayı seçmek ister ve çekip sınırları teknik olarak belirlenmiş bu kadraja koyarsam o 'benim fotoğrafım' oluyor. Zaman içinde de kendime dedim ki "sen oraya fotoğraf koyma, o kadraja hikâye koy". İşte bunu dediğimde karşıma çıkan fotoğraf türü sokak fotoğrafçılığı oldu.
Sokak fotoğraflarında şahit olmak hatta bizzat yaşayarak parçası olmak vardır. Şehrin gecesini, gündüzünü, dört mevsimini, ilk düşen kar tanesini, baharda erguvanların coşkusunu çekerken bunlara hüzünlerimizi, sevinçlerimizi, telaşlarımızı, durgunluklarımızı, kavuşmalarımızı ya da ayrılıklarımızı da ekleriz. Ben de kendimi içine katarak şehirli insanın hayatına bakmaya ve bu insanların farklı hayatlarını görmeye başladım. Bu arayışta izleyici, aktör, yönetmen rolleri arasında sürekli dolaşıp durdum. Bu inanılmaz bir macera ve konular sonsuz çeşitlilikte, üstelik hepsi kendi hikâyesiyle. Evet ben artık bir hikâye anlatıcısıydım.
Türkiye'nin her konuda kalbi İstanbul'da atıyor. İstanbul'dan çıktığın anda "Diğer bütün şehirler taşradır." Anonim sözü bile var. Sence sokak fotoğrafçılığında da durum böyle mi? Neden diğer şehirlerin sokak fotoğraflarını konuşamıyoruz? .
İstanbul… Sokak fotoğrafı için tüm dünyadaki listelerin ilk 10'unda yer alıyor. Öyle bir şehirde yaşıyoruz ki 3 imparatorluğa başkent olmuş, 2 kıta üzerine kurulmuş. Dolayısıyla şehrin kadim sokaklarında ya da mekânlarında dolaşırken her an zaman tünelinde gidip geliyoruz. Nasıl stüdyo fotoğrafında düz gri ya da siyah fon var ve konu onun önünde çekiliyorsa, bizim sokak fotoğraflarında fona İstanbul'u koymamız inanılmaz bir lüks. Düşünsenize vapurda çekilen bir karenin fonunda Ayasofya ile Sultanahmet Camii'ni tüm ihtişamlarıyla kadraja alabiliyoruz. Buna benzer nice örnek var. Tarih, kültür, inanç, modern dünya iç içe. Bir de buna İstanbul'da yaşayanların sosyokültürel ve sosyoekonomik çeşitliliğini ekleyince cazibe merkezi olma sıfatını dolu dolu hak ediyor. İstanbul'u bu özel konumunda ayrı bir yerde tutmak yerinde olur.
Diğer şehirleri konuşacak olursak öncelikle biraz haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Her şehir bir diğerine benzeyen aynı zamanda belli konularda farklılaşan dinamiklere sahip. Öncelikle o şehrin ruhunu, şehirli insan hayatını okumak, gözlemci duruşuyla bakmak lazım. Kendim de deneyimlediğim için biliyorum Ankara ve İzmir'e sokak fotoğrafçısı gözüyle bakınca âşık olmamak mümkün değil. Işığın her iki şehirde de nasıl göz kamaştırıcı olduğunu gördüm. Tanıdığım çok başarılı ve gayretli sokak fotoğrafçıları bu şehirleri harika karelerle sosyal medyada anlatıyorlar. Üstelik Türkiye gibi kültürel zenginliğin çok üst seviyede olduğu bir ülkede her şehir sokak fotoğrafı için verimli bir oyun alanı olma potansiyelinde.
Pandemiyle birlikte sokak fotoğrafçılığı dönüşüme uğradı mı? Sokaklar ne durumda? Karantina kareleri çekiyor musun?
Pandemi hayata dair her şeyi etkilediği gibi sokak fotoğrafçılığını benim açımdan hem konu hem üretim biçimi olarak epeyce değiştirdi. Önceden "an"'ın içinde ya da hemen yanında konumlanırken şimdi ister istemez biraz daha mesafeli duruyorum. Bu hassasiyeti özellikle fotoğraflarımıza konu olan insanlar için göstermek gerekiyor. Fotoğraf çok değerli ama hiç bir şey kendimizin ya da başkasının hayatını riske atma noktasına gelmemeli. İşinden ya da mecburiyetinden dolayı dışarıda olmak zorunda olan insanların gözünde endişe, tedirginlik var. Benim gibi hayata pozitif bakıp fotoğrafına da pozitif bir anlatımla aktarmak isteyen biri için oldukça heves kırıcı. Bir de İstanbul var. Bu şehri öyle güzel zamanlarında, öyle güzel ışıklarda ve insanlarını öyle mutlu anlarında fotoğrafladım ki. Bu halinde fotoğrafını çekmek, boş sokaklarında caddelerinde dolaşmak canımı yakıyor. Fotoğrafçının motivasyonu içsel bir duruşla beslenir. Ben değerli dostumu düşmüş göstermek istemiyorum. Pandemi sürecinde de fotoğraflar çektim ama mümkün olduğunca daha uzak durdum, tele-zoom lens kullandım, yüzleri, İstanbul'u maskeyle değil, günlük hayatın akışını genel planlarda fotoğrafladım.
Sokak fotoğrafçılığında güçlü bir karenin tanımı sana göre nasıl?
Hikâye anlatan fotoğraflar. Bu benim için olmazsa olmaz. Görünen ve arkasından düşündüren bir hikâye olmalı. Kocaman bir ilan panosu önünde yürüyen insan karesinden daha fazlası olmalı sokak fotoğrafında. Her gün insanların gelip geçtiği yerleri onlara tekrar göstermeyi güvenlik kameraları da yapıyor. Eğer bu denklemin bir tarafında fotoğrafçı varsa fotoğrafa bakan kişi bu hikâyenin anlatıcısı, kahramanı ya da yazarı olarak fotoğrafçıya da ulaşabilmeli, baktığı fotoğrafla arasında bir duygu aktarımı yaşayabilmeli. Tam merkeze bunu oturtunca teknik kaygılar daha geride kalıyor.
Sokak fotoğrafçılığı ve eğitmenlik dışında neler yapıyorsun?
FonSokak Fotoğraf Grubu'nun içindeyim. Yaklaşık 20 arkadaşımla beraber kolektif ve bireysel projelerimiz üzerine çalışıyoruz. Pandemi sürecinde sokaklarda bir arada olamasak da dijital dünyanın sunduğu tüm imkânları kullanarak şu ana kadar ürettiklerimiz üzerine değerlendirmelerde bulunuyoruz. Önemli fotoğrafçılar ve onların eserleri, üretim biçimleri üzerinde bilgilerimizi paylaşıp pandemi sonrasına kendimizi daha donanımlı olmak üzere hazırlıyoruz. Daha önceki döneme ait çalışmalarımızı da yakında bir dijital sergide izleyicilerine ulaştırabilmek için hazırlıklarımız yoğun bir şekilde devam ediyor.
Işık ve yansımalarla olan ilişkin muazzam. Baktığımızda işte bu Hakan Yaşar karesi nasıl ortaya çıkıyor?
Öncelikle yaşasın muhteşem hatalarım, ıskaladıklarım diyorum. Işığı anlamam, istediğim gibi kullanmam 3 senemi aldı. Hatta şimdi atölyelerimde önce bunu katılımcılara aktarmaya, öğretmeye çalışıyorum ki kimse 3 sene harcamasın.
Fotoğrafa çıkmadan ön hazırlık konusunda sanırım epeyce tecrübe sahibi oldum. Çektiğim karelerle bilgisayar başında epeyce vakit geçirince ne yapsam, nasıl yapsam daha iyi olurdu kısmını kafamda toparlamış oluyorum. Sokağa çıkınca ışık her şeyi belirliyor. Lens tercihimden ne tip fotoğraflar arayışında olacağıma kadar. Eğer o hayalimdeki ışık düzenine denk gelmişsem bekliyorum, daha avantajlı olabileceğim bir açı var mı mutlaka onu arıyorum.
Yansımalar! Olabilecekleri her ortama bakıyorum. Şehirde fotoğraf çekmenin en keyifli kısmı yansıma olabilecek yüzeylerin çok fazla olması. Makinamda hiçbir ayarım sabit kalmıyor. Sokağın dinamizmi ve değişen şartlarına aynı hızda cevap vermek gerekiyor. Kafamda hep bir fotoğraf oluyor hayalini kurduğum, o ortamda çekeceğime inandığım ve ben o fotoğrafın ve hikâyenin peşinden koşuyorum. Belki de en önemlisi; fotoğraf çekerken sadece yaptığım işe konsantre oluyorum. Ne telefon, ne kulaklık… Algılarımı kısıtlama ihtimali olan her şeyi uzaklaştırıyorum.
Fotoğrafçılığını beğendiğin, takip ettiğin isimler…
Bu listenin başında hatta tek başına Saul Leiter yerleşmiş durumda. Timurtaş Onan ve Ara Güler fotoğrafları daima hayranlık sebebi. Ayrıca fotoğrafçılar dışında Caravaggio ve Rembrandt'ın ışığı kullanış biçimleri, Van Gogh'un renge yaklaşımı beni çok etkiliyor.
Fotoğrafla uğraşmasaydın yolun dönüp dolaşıp yine fotoğrafa gelir miydi? Yoksa?
Bence gelirdi. Ya fotoğraf ya da video olurdu ama kelimeleri de çok seviyorum. Geçmişte de yazıyla aram hep iyiydi. Kim bilir belki bir gün kelimeler fotoğraflarla buluşur.