Bir kıvılcım düşüyor toprağa, rüzgâr taşıyor, ağaç çığlık çığlığa yanıyor. Gökyüzü kızıl, yeryüzü kül… Biz sadece bakıyoruz; gözlerimiz dolu, ellerimiz çaresiz.
Çanakkale'de geçirdiğim son bir ay, takvim yapraklarından çok daha ağırdı. Çünkü bu ayın adı "yangın" oldu. Çanakkale'ye gelirken Şarköy yangınının içinden geçmiştim. Mola verdiğim nokta, ayrılışımdan sadece beş dakika sonra trafiğe kapatıldı. İçimden tek bir dileğim vardı: "Bir an önce sönsün." Ama olmadı. Türkiye'nin dört bir yanından peş peşe yangın haberleri geldi.
Birleşmiş Milletler'in kısa süre önce yayımladığı raporda, Türkiye'nin yüzde 88'inin çölleşme riskiyle karşı karşıya olduğu yazıyordu. Henüz bu raporun ağırlığını sindirememişken, alevler memleketi sardı. Şimdi soruyorum kendime: Bu yangınlardan sonra o oran kaç oldu?
Çanakkale bugünlerde simsiyah bir örtüye büründü. Küller, duman ve o ağır yanık kokusu sadece gözle görülen yüzüydü. Asıl acı, ormanın çığlığında, hayvanların yok oluşunda, doğaya düşen sessizlikte gizli. İnsanların evlerinin kül oluşunu, araçlarının yanışını izlerken, çaresizliğin ne demek olduğunu bir kez daha öğrendik.
2019'dan bu yana her yıl 11 bin hektardan fazla orman alanı kaybediyoruz. Bu sadece bir rakam değil; soluduğumuz nefes, içtiğimiz su, gölgesine sığındığımız ağaç demek. Yangınla birlikte atmosfere salınan karbondioksit, iklim krizini daha da büyütüyor. Bir kısır döngü bu: İklim krizi yangını besliyor, yangın krizi derinleştiriyor.
Bir fidanın ağaç olması için 15 yıl gerek. Bir ekosistemin yeniden dengeye kavuşması için ise 100 yıl… Düşünün, yanan her dal, bizden yüz yıl çalıyor. Bu yüzden mesele sadece "yangından sonra fidan dikmek" değil. Mesele, yangından önce önlem almak.
Ormanları korumak, aslında kendimizi korumak. Temiz havayı, suyu, toprağı, tüm tabiatı, canlıları.
Bu süreçte Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğü'nün kahraman ekiplerine, dört bir yandan yardıma koşan gönüllülere, gözünü kırpmadan alevlerin içine giren cesur insanlara ne kadar teşekkür etsek az. Dayanışmanın gücü, insanın içindeki umudu hep diri tutuyor. Çünkü biliyorum; bu topraklar her defasında yeniden filizlenmeyi bilir.
Ama bize de düşen sorumluluklar var:?Ormanda ateş yakmamak, cam şişe ya da izmarit bırakmamak, anız yakana "dur" demek, havai fişek ve dilek balonundan uzak durmak. Ve en önemlisi; yangın riski gördüğümüzde hiç vakit kaybetmeden 112'yi aramak.
Çanakkale yanarken, içimizdeki umut da yandı mı diye düşünmeden duramadım. Yine de biliyorum ki, bu toprakların ruhu hep küllerin içinden yeniden doğar.
Bize yeniden yeşertmek ve var olanı korumak düşer.
Yeşim Mutlu