Şifalı Sorular Yazı Dizisi: Acıtmadan Konuşmak

Yasemin Gazanker

Soru:
Merhaba, benim adım Tanem. Hayatta eleştiriye hep kapalı oldum. Hakkımda kim ne derse desin hemen karşılığını veriyorum. Bazen karşındakini istemeden kırıyorum, bazen de gereksizce kendimi üzüyorum. Hani derler ya "Dilin kemiği yoktur." diye sinirlenince ne dediğimi bilemeyip düşünmeden konuşuyorum. Ben bu durumdan nasıl kurtulabilirim?
Cevap:
Merhaba güzel Tanem,
Bu soruyu okurken senin içinde biraz sızı, biraz da umut olduğunu hissediyorum. Çünkü insan, kendiyle ilgili bir gerçeği fark ettiğinde hem hüzünlenir hem de aslında iyileşmenin başladığını bilir. Ve sen bu satırlarla tam da bunu yapıyorsun: Fark etmeyi, kabul etmeyi ve dönüşmeyi seçiyorsun.
"Eleştiriye kapalıyım." diyorsun ya… Bilir misin, çoğu zaman eleştiriyi kaldıramayan birinin, geçmişte çok fazla haksız eleştiriye uğramış olma ihtimali vardır. Belki küçük bir Tanem vardı bir zamanlar; sesi çok çıkan yetişkinlerin arasında kendini ifade edemeyen… Belki sürekli "Yanlışsın." denildi sana, belki "Neden böyle yaptın?" diye suçlandın. İşte bu yüzden, biri ağzını açtığında zihnin hemen alarma geçiyor: "Savun, kendini koru!" diyor.
Ama hayat, savunmakla değil, anlamaya gönüllü olmakla güzelleşiyor.
"Hakkımda kim ne derse desin, hemen karşılık veriyorum..."
Biliyor musun, bu çok insani bir refleks. Çünkü yargılanmak can acıtır. Ve biz insanlar canımız yanmasın diye en hızlı refleksimizi kullanırız: karşılık vermek. Ama aslında o anda sen karşındakine bir şey söylemeye değil, kendini korumaya çalışıyorsun. Kırılmamak için vuruyorsun. Güçlü görünmek için sesini yükseltiyorsun. Ama içindeki güzel Tanem aslında sadece bir cümle duymak istiyor:
"Sen yeterince iyisin."
"Sinirlenince ne dediğimi bilmiyorum…"
Bu da içindeki bir başka alarm sistemi. Bir duygunun içinde kaybolmak, o duygunun çığlığıyla konuşmaya başlamak… Yani bu durumlarda öfken konuşuyor, sen değil.
Çünkü öfke aslında bastırılmış bir acının bekçisidir. İçinde bir yerde susturulmuş bir duygunun, görmezden gelinmiş bir kırgınlığın sesidir.
O yüzden, kendine bu cümleyi öğretmeni çok isterim:
"Bu his geçici. Konuşmadan önce bir nefes almalıyım."
Ve gerçekten bir nefes al Tanem. Gözlerini kapat, göğsünü fark et. O anda içinden geçen duyguya alan aç. Çünkü duygular ifade edilmediğinde kelimelerden taşar. Ama duygunu önce sen duyarsan, artık başkasına patlamaz.
Peki bu döngüden nasıl çıkabilirsin?
1. Duygunun farkına var.
Bir eleştiri geldiğinde, hemen değil; derin bir nefesle cevap ver. O anda kendine "Bu söylenen gerçekten bana mı ait, yoksa sadece karşı tarafın bakışı mı?" diye sor.
2. Sessizlikle tanış.
Her söz söylenmek zorunda değil. Her düşünce karşılık bulmak zorunda değil. Sessizlik, bazen en güçlü cevaptır. Sessizliğin içinde kendi sesini duymayı öğren.
3. İçsel onay sistemini kur.
Dışarıdan gelen her yorumu ciddiye almamalısın. Çünkü bazen insanlar kendi eksiklerini senin üzerinden seslendirirler. Kendine şu cümleyi hatırlat:
"Ben, kendimi onaylıyorum. Her fikri kabul etmek zorunda değilim."
4. Kalbin pusulan olsun.
Dilin kemiği yoktur ama kalbinin sesi vardır. Bir cümle kurmadan önce, o cümle kalbinden geçiyor mu, sor kendine. Eğer kalbinden geçmiyorsa, o cümle dışarı çıkmasın.
Sevgili Tanem,
Sen bu soruyu bana yazarak zaten ilk adımı attın. Ve bil ki dönüşüm, fark etmekle başlar. Bundan sonrası için sana düşen, her gün biraz daha farkındalıkla yaşamak. Her gün biraz daha yavaşlamak. Ve kelimelerinin hem kendine hem başkalarına iyi geldiğinden emin olmak.
Çünkü sen, içinden geçeni güzelleştirmeyi öğrenen bir kadınsın.
Artık tepki değil, şefkat konuşacak içinden.
Artık savunma değil, durma gücün olacak.
Ve zamanla göreceksin; insanlar seninle konuşurken değil, senin yanında susarken rahat edecek.
Tanem, sen yumuşadıkça güçlü, sustukça anlaşılır olacaksın.
Ve bu senin en güzel dönüşümün olacak.
Farkında ol, farklı ol.
Sevgilerimle,
Yasemin Gazanker
www.yasemingazanker.com