Adalet
Umut Nimet Ataş
"Adalet nedir? Ağaçlara su vermek. Zulüm nedir? Dikeni sulamak. Adalet, bir nimeti yerine koymaktır, her su isteyen tohumu sulamak değil……
(Mevlânâ Celâleddin Rumi)
Adalet, hakkın gözetilmesi ve yerine getirilmesi anlamına gelir. Haklı ile haksızın ayırt edilmesi adaletle sağlanır. Bu anlamda herhangi bir durumun adil olup olmadığından söz edilebilir. Adalet kavramı temelde hukuk kurallarına uygunluk içerir.
Felsefi olarak adalet; İnsan davranışlarının doğru olup olmadıklarını gösteren en önemli ilkedir. Haksızlık ve onun sonucu olan adaletsizlik yasalara uymamak, her zaman fazlasını istemek ve eşit olmamak anlamına gelir. Hak ve adalet ise yasaya uygun davranmak demektir.
Adalet tanımlaması zor kavramlardan biridir. Hakkında sayısızca teoriler üretilip tanımlamalar yapılan bu kelime toplumsal hayata, bir şeylere bağlılık olarak yansımaktadır. Yaratıcı iradesine dayandırılan kurallara, gücü elinde bulunduran kişi ve grupların kurallarına, toplumun kendi seçmiş olduğu kişi ya da grupların ya da toplumun kendi oluşturduğu ortak kurallara, kalabalığın bir düzen içinde kontrol edilebilmesi, bireyler ve birey-toplum arasındaki iletişimin sağlıklı olabilmesi için bazı kurallar çerçevesine gerek duyulmuştur. Adaletin somutlaşması bu kurallara itaat etmek ile eş sayılmıştır. Fakat daha derinlemesine ele aldığımızda her birey için uyandırdığı tanımlamalara bakarsak, çok çeşitlilik görüyoruz. Eski çağlardan günümüze kadar önemli düşünürlerinde ortak bir kaide de buluşamamış olması bunun bir göstergesidir.
Adalet sağlamanın sadece kanunları uygulamak ile olmadığını, yargı merciinde bulunan bütün hukukçuların vicdani tutumlarının etkisi olduğu unutulmamalıdır. İnsan düşünen ve değerlendiren bir varlık olması nedeniyle,zaten kanunları birebir uygulamakla sonuca ulaşılamayacağını biliyoruz. Çünkü somut olaylar kanuna birebir uymaz ve çeşitli ölçütler dahilinde değerlendirilir. Örneğin; bebeği için bakkaldan süt çalan bir kadına vicdanen bir ceza verilmemiştir. Oysa hırsızlık hırsızlıktır ve cezai bir yaptırımı mevcuttur. Fakat bunu keyfi olarak bir dükkâna girip hırsızlık yapan biriyle aynı kefeye koyamayız. Aslında istem olarak ele aldığımız adalet toplumların oluşmasıyla ihtiyaca dönüşmüştür ve kanunlar da bu istemler dahilinde toplumsal yaşamın bir gereği, bireylerin veya grupların keyfi hiyerarşisini önlemek amacıyla oluşturulan kurallar zinciridir. Yani adaletsiz bir durum oluşmasını engellemek, bireylerin bireyler karşısında, devlet karşısında tabii bulduğumuz haklarını korumak için mevcut hale getirilmişlerdir. Fakat hukukun, yazılı ve katı normların bulunduğu bir sistem için her zaman adil diyemeyiz. Kanun uygulayıcıların yanı sıra kanun koyucularının da düşünceleri ve vicdanları büyük önem taşımaktadır.Kanun koyucunun takınması gereken tutum kendi menfaati değil toplumunun menfaati olmalıdır. İktidar erklerinin keyfiliğini ve çıkarlarını korumak için yaptıkları kanun ve yargılamaları azaltabilmek ve dünya genelinde standart bir adalet sistemi oluşturabilmek adına uluslararası merciiler, örgütler kurulmuştur. Bu mercilerin de adilliğini irdelemek istesek, mutlaka bir haksızlık buluruz; fakat tabi olan bazı haklarımızın korunmasının büyük ölçüde sağlandığını inkâr edemeyiz.
Hukuk felsefesi de bu kurallar çerçevesinde adalet bilgisine ulaşmaya çalışmaktadır. Kanun koyucuları, uygulayıcıları, toplumun oluşturduğu oturmuş kuralları irdeleyerek, eleştirerek hukukun genelin menfaatini sağlaması için uğraşır. Eğitimleri esnasında hukuk felsefesi derslerinin mecburiyeti de bu yüzdendir. Adalet bilgisini arar, aratır ve onlara amacını hatırlatır. Hepimizin sahip olduğu o adalet hissini, onlar kürsülerinde insanları yargılarken, haklarında suç duyurusunda bulunurken, belki de hayatlarını negatif yönde değiştirebilecek olma ihtimali unutulmamalıdır.
Elbette ki bu konuda söylenebilecek çok şey vardır. Bireysel ve toplumsal olarak ele aldığımızda adaletin tecelli etmediği toplumlarda nelerin yaşanabileceğine kısaca maddeler halinde değinecek olursak;
• Psikolojik sıkıntı ve bunalım başlar.
• Aile ekonomisi sarsılır.
• İnsanların başka insanlara karşı olan güveni zedelenir.
• Saygı ve sevgi ortamından uzaklaşılır.
• Güçlüler her zaman güçsüzleri ezer.
• Fikirler yerine kaba kuvvet konuşur.
• İnsanlar özgür olamaz.
• Herkes kendi adaletini arayacağından kaos ortamı oluşur.
• Zenginler daha zenginleşir, fakirler daha da fakirleşir.
• Temel haklarımız olan eğitim yaşama, ulaşım, iletişim gibi haklarımız kesintiye uğrar ya da elimizden alınır.
•İntihara kadar sürüklenebilecek süreçler yaşanabilir.
Bu ve buna benzer maddeleri daha da çoğaltmak mümkündür. Adaletin terazisi her zaman dengede tutulmalı, adaletin olmadığı yerde yukarıda ifade ettiğimiz olumsuzlukların olacağı bilincinde olup ona göre davranılmalı. Hiç kimse inancına, rengine, ırkına göre değerlendirilmemeli. İnsanların ve hayvanların hakları daima gözetilmeli, bazen doğruyu, adaleti konuşmak bize olumsuz sonuçlar doğuracak olsa bile doğrudan adaletten şaşılmamalı. Unutmayalım ki adaletsizlik karşısında susan dilsiz şeytandır.
Adalet kışa yorgan, çöle yağmur, derde derman olmaktır.
Selam ve dua ile.