Haberler

Bakmadan Gezme Tuğçe Şen ile 2 Günde Şanlıurfa gezisi

Tuğçe Şen

Tuğçe Şen

Seyahat Yazarı - Dijital İçerik Üreticisi / Bakmadan Gezme
16.06.2023 01:59

Urfa, tarihi önemi nedeni ile de ismi sonradan "Şanlı" olarak anılan Şanlıurfa, Güneydoğu Anadolu bölgesinde turistik ve tarihi bölgeler arasında ilk sırada.

Türkiye'de hiçbir şehrin adını bilmeyen yabancı turistlerin bile öve öve bitiremediği bu kent, anlatılanların çok daha ötesinde kesinlikle yaşanarak öğrenilmesi gereken bir tarihi içerisinde barındırıyor. Birbirinden önemli mekanları ve bölgeleri ile ülkenin değeri haline gelen şehri bir günde gezip dolaşmak neredeyse imkânsız. Bu nedenle bütün bölgeleri rahatça gezebilmemiz için mutlaka profesyonel yardım almanız gerekiyor.

1. Gün:

Halfeti: Karagüller diyarı

Bakmadan gezme Tuğçe Şen ile2 Günde Şanlıurfa Gezisi

Turumuzun erken saatlerinde ilk durağımız, dizilere bile konu olmuş efsane Karagüller diyarı Halfeti oldu. Biz her ne kadar adını 2000'li yıllardan sonra duymuş olsak da Halfeti aslında yüzyıllarca tarihe tanıklık etmiş bir tarihi kent. İlk gün gezimizi buradan başlatmış olmamızın nedeni de bu tarihi alanın büyüsüne erkenden kapılıp diğer mekanlarla bu alanı rahatça bağdaştırmamızdı. Siyah gülleri ile adından sıkça söz ettirmiş olması da elbette bu ziyaretimizin merak kaynağı oldu. Bunun yanı sıra Güneydoğu Anadolu'nun en sakin şehri olması da turizm kenti olarak nitelendirilmesinde katkısı yadsınamayan bir etken tabi ki.

Siyasi haritada bakıldığında Şanlıurfa'ya bağlı olmasına karşın Gaziantep il sınırına olan yakınlığı nedeniyle Antep ve çevresinden çok daha fazla ziyaretçi aldığı da söylenebilir. 2000 yılı ve sonrasında turistik öneme sahip olmasının da ayrıca özel ve anlamlı bir nedeni var. Şöyle ki; bu şirin ilçe 2000 yılına kadar küçük, taş evlerden oluşan sakin bir yerleşim bölgesiymiş. 2000 yılında Birecik Barajı'nın yükselmesi sonucu bütün şehir sular altında kalmış. Köyler boşaltıldığı için herhangi bir can kaybı yaşanmamış ama özellikle Fırat Nehri yakınlarındaki köyler yerle bir olmuş. İşte bu felaketin ardından batık şehir haline gelen Halfeti'ye olan ilgi büyük oranda artmış. Bu felaketin sonrasında yerli ve yabancı turistler akın akın bu bölgeyi ziyaret etmeye başlamış.

2000 yılında yaşanan bu felaketin ardından Halfeti, Eski ve Yeni Halfeti olarak ikiye ayrılmış. Eşsiz tarihi dokusu ile turistleri kendine çeken kısım tabi ki Eski Halfeti. Yalnızca bu bölgede yetişen karagüller de Eski Halfeti olarak adlandırılan bölgede yer alıyor. Halfeti'ye ulaşımın kolay olması hem gezerken zaman kaybetme olasılığımı ortadan kaldırdı hem de turistlerin buraya akın akın gelebilmelerinin sebebini de anlamış olduk. Şanlıurfa il merkezinden Halfeti minibüsleri ile rahatlıkla ulaşım sağlanıyor. Halfeti'ye giden yol bile sizi büyülemeye yetecek bir manzara ile karşılıyor. Kulaklıklarımızı takıp bu yolu seyrederek yolculuk yapmanın tadını doyasıya çıkardığımızı da ekleyeyim ??

Halfeti'nin tarihine baktığımızda ise yazılı kaynaklardan alınan bilgilere göre Halfeti'nin ilk olarak "Şitamrat" adıyla M.Ö. 855 yılında Asur Kralı III. Salmanassar tarafından kurulduğunu görüyoruz. Osmanlı dönemine dek birçok imparatorluğa ev sahipliği yapan şehir, Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı İmparatorluğu hakimiyeti altına girmiş. Bugünkü Halfeti'nin kurulması ise 19. Yüzyılda gerçekleşmiş.

Halfeti aslında tarihi bütün yapıları göremediğimiz ama buna rağmen gözlerimizi de alamadığımız, benim deyimimle "kayıp ve ilginç bir şehir" Bu şehirde tarihi öneme sahip birtakım binalar, kiliseler mevcut. Her birini gezerken kendimi alamadığım bu mekanları sizlerin de görmesini isterim diyerek buraya sıralıyorum;

- Aziz Nerses Kilisesi

- Barşavma Manastırı

- Norhut Kilisesi

- Kantarma Mezrası

Bunların yanı sıra bir sular altında kalma olayının yaşanmasına karşılık bölgeden taşınan yapıların bulunduğunu da söyleyelim. Bu yapılar arasında ise Bey Konağı, Feyzullah Efendi Konağı ve Kanneci Konağı bulunuyor.

Özellikle Çekem mahallesi ve Savaşan Köyü, bölgede tarihi kalıntıların olduğu gibi yer aldığı önemli noktalar arasında. Çekem mahallesi Memlüklülerden kalma taş kesme evleri barındırıyor. Bu evlerin bir kısmının sular altında kaldığını gördüğümüzde şaşkınlıkla beraber yaşadığımız büyük hayranlığı Halfeti ile kendi içimde bağdaştırdığımı da söylemeden edemeyeceğim. Savaşan Köyü de Çekem mahallesinden farksız bir güzellik ile bizleri karşıladı. Burada da taş evler, kiliseler ve mağaraları; bu alanlara giderken bizleri mest eden tarihi sokakları Halfeti'ye dair unutulmaz anlarımı oluşturuyor.

Halfeti, tarihi yapısından farklı olarak sizleri her alanda farklı rivayetleri ile de karşılıyor. "Nergis" çiçeğinin rivayeti de duyduğumuza göre şöyle; Rumkale Beyi Aziz Nerses'in Nergis adında bir oğlu varmış. Nergis, kalenin su ihtiyacını karşılamak için sürekli su kuyusuna inermiş. Ne zaman kuyuya inse, sudaki yansımasını izler ve her seferinde yansımasını daha çok beğenirmiş. Bir gün yine yansımasını izlerken dengesini kaybederek suyun içerisinde düşmüş. Sonrasında bu gencin düştüğü kuyuda bir çiçek açmış. Bu çiçeğin adına da "Nergis" denilmiş. Bu gibi daha birçok efsaneye konu olan Halfeti, bugün bile dönüp baktığımda beni heyecanlandıran nadir tarihi alanlardan biri olması nedeni ile benim gönlüme taht kurdu. Umarım sizin de gönlünüzde Halfeti'ye ayıracak bir tahtınız vardır. Çünkü buna ihtiyacınız olacak.

Balıklıgöl:

Bakmadan gezme Tuğçe Şen ile2 Günde Şanlıurfa Gezisi

Halfeti'den sonraki ilk durağımız, adından sıkça söz ettiren Balıklıgöl oldu. İlk olarak şunu söylemeliyim ki Balıklıgöl'de bulunan balıkların sel felaketinin ardından öldüğü ve artık orada yaşamadıkları bilgisi kesinlikle gerçeklik taşımıyor. Bizzat gördüğüm ve yöre halkından öğrendiğim kadarı ile balıklar, su içerisinde yer alan mağaralara saklanmışlar ve şu anda keyifle göl içerisinde yaşamlarına devam ediyorlar. Suyunun bulanık olması durumunun ise geçici olduğu ve zaman içerisinde eski berraklığına kavuşacağı da söylenmekte.

Balıklıgöl ve çevresinin gece gündüz fark etmeksizin kalabalık ve canlı olması beni ilk görüşte şaşırtmıştı. Daha sakin ve geceleri hayatın durduğu bir yer gibi ilk bakışta ama büyükşehirlerin en işlek alanları kadar renkli ve keyifli bir bölge aslında. Çarşılar kapalı olsa da muhteşem ışıklandırmaları ve manzarası ile gece gezmelerinin baş tacı olabilecek bir konumda. Halfeti dönüşünde uğradığımız Balıklıgöl, merkeze yakın ve ulaşımı oldukça kolay. Bu nedenle turistlerin Halfeti'ye gitmeden ya da dönüşte mutlaka uğradıkları bir yer olarak görülüyor.

Halil-ür Rahman Gölü olarak da anılan Balıklıgöl'ün de her mekânın olduğu gibi tatlı bir hikayesi var. Söylenenlere göre, Hz. İbrahim'in putperestliğe karşı savaştığı dönemde dönemin kralı Nemrut, o zamanlar gölün olduğu yerde büyük bir ateş yaktırarak kendisini yakalar ve tepeden mancınıkla bu ateşin içerisinde attırır. Tam o sırada Allah tarafından ateşe "İbrahim'e karşı serin ve selamet ol." Emri verilir. O anda ateş suya, odunlar ise balıklara dönüşür. Böylece Balıklıgöl hem kutsal atfedilir hem de bugün turizm açısından önemli bir alan haline gelir. Yöre halkı burada balık tutmakta ve gelen ziyaretçiler de gölün etrafındaki güzellikleri keşfetmek için turlara katılmaktadır.

Balıklıgöl'ün hemen yanında bulunan Rivaniye Camii'ni ziyaret etmeden dönemezdik elbette. Fakat gün içerisinde çok kalabalık olan bu camiyi sabahın erken saatlerinde ziyaret etmenizi öneririz. Böylece hem huzur dolu anlar yaşayabilir hem de turunuzu da rahatça gerçekleştirebilirsiniz.

Aynzeliha gölü:

Aynzeliha Gölü, Balıklıgöl ziyaretimizin hemen ardından geldi. Balıklıgöl ile yan yana olan bu göl, yalnızca görünümüyle bile içimizi rahatlattı. Bu gölün de bir hikayesi var mı? Dediğinizi duyuyor ve kocaman bir EVET diyerek hikâyeyi anlatmaya başlıyorum: Hikâyeye göre Zeliha, dönemin kralı Nemrut'un evlatlık edindiği kızıdır. Hz. İbrahim'e aşıktır ve bir yandan da onun inancına inanır. İbrahim'in ateşe atıldığını duyması üzerine kendisi de ateşe atlar ve onun bulunduğu alan da bir göle dönüşür. Aslında bu iki göl, bir aşk ve inancın sonucunda oluşmuş, mistik bir olayı barındırmaktadır. Biz bu hikâyeyi duyduktan sonra bir süre kendimize gelemedik ?? Ardından da kendimizi Hz. İbrahim Makamında buluverdik.

Hz. İbrahim Makamı:

Hz. İbrahim, üç büyük dinin de inandığı bir peygamberdir. Urfa'nın da "Peygamberler Şehri" olarak anıldığı bilinir. Özellikle Hz. İbrahim'in de bu topraklarda doğduğu düşünülmekte ve Urfa halkı, buna dair birçok rivayeti anlatarak inançlarını ve bilgilerini doğrulamaktadır. Hz. İbrahim Makamı, bu iki gölün hemen sonrasında ziyaret ettiğimiz bir türbe. Türbenin yalnızca kendisi değil çevresi de mistik bir hava sahip. Bu bölgeyi gezerken içimizi anlamlandıramadığımız, üzerine düşünmektense tadını çıkarmaya çalıştığımız bir huzurun ve ferahlığın kapladığını da söylemeden geçemeyeceğim. Anlatılan hikayelerin etkisinde kaldığımızdan mıdır bilinmez, Hz. İbrahim makamı bende çok önemli ve değerli bir alan olarak yer etti. Göllere oldukça yakın bir mesafede bulunuyor. Bu nedenle göllerin hikayesini dinledikten sonra burayı es geçmeye gönlüm de zihnim de elvermedi. Tur acentemizin de içi rahat etmemiş olacak ki buraları görmeden bizi Gümrükhan'a götürmedi : ))

Gümrükhan:

Bakmadan gezme Tuğçe Şen ile2 Günde Şanlıurfa Gezisi

İlk gün turumuzun son durağı Gümrükhan oldu. Gümrükhan dendiğinde hala tadı damağımda kalan fıstıklı menengiç kahvesinin müthiş kokusu gelir aklıma. Günün yorgunluğunu atabileceğiniz bu mekânda, belki de en orijinal hali ile tadabileceğiniz çeşitli Türk kahveleri yer alıyor. Turistlerin en uğrak noktası olan Gümrükhan, gece yarısına yaklaştığınızda dükkanlarını kapatıyor. Geriye sessiz ve karanlık bir şehir manzarası kalıyor.

Şanlıurfa denince elbette tarihi yapılar akla geliyor. Gümrükhan da tarihi dokusuyla bizi yüzyıllar ötesine götürmeyi başarıyor. Kanuni Sultan Süleyman zamanında inşa edilen bu han, otantik yapısı ile yerli ve yabancı turistleri kendisine hayran bırakıyor. Bugüne kadar birçok han gezmiş biri olarak, Gümrükhan'ın çok ayrı bir atmosferinin olduğunu söylemeliyim. Gerek gezip dolaşmak için gerekse de bir nefes alıp şehrin canlılığını izlemek için uğranacak en değerli mekanlardan bir tanesi.

2. Gün:

Karahantepe:

Bakmadan gezme Tuğçe Şen ile2 Günde Şanlıurfa Gezisi

Turumuzun 2. Gününe Karahantepe ile başladık. Şanlıurfa il merkezine yaklaşık 60 kilometre uzaklıkta olan ve kazı çalışmaları henüz devam eden bu alan, Göbeklitepe'nin de ötesinde, bizi 5000 yıl daha geriye götüren bir alan olması nedeniyle büyük bir öneme sahip. Bu da aslında Neolitik çağa kadar uzanan bir geçmişe işaret etmektedir. Kazı çalışmaları devam eden bu alanın ziyarete açık olmasını fırsat bilip zaman kaybetmeden gezip görmek istedik. Yapılan çalışmalarda 250'ye yakın dikilitaş çıkarılmış ve hala daha farklı objeler ve yapılara ait kalıntılar gün yüzüne çıkarılmaya devam ediyor.

Göbeklitepe ile benzerlikleri olduğu düşünülen alanda gezdiğimiz zaman çok daha eski bulguların yer aldığını öğrendik. Bu da aslında çok geçmiş zamanlara da yolculuk yapabileceğimiz günlerin yakın olduğunu hissettirdi. Zaman geçtikçe alan daha da genişleyecek ve görülecek çok şey gün yüzüne çıkacak. Fakat Şanlıurfa'ya kadar gitmişken, bu yepyeni alanı görmeden edemezdik, size de bu ana şahitlik etmenizi kesinlikle tavsiye ederiz.

Göbeklitepe:

Bakmadan gezme Tuğçe Şen ile2 Günde Şanlıurfa Gezisi

Göbeklitepe'yi görür görmez içimde oluşan heyecanı size anlatabilmem mümkün değil. Fakat hikayesini ve gezip gördüklerimi bütün çıplaklığı ile ve sakin kalmaya çalışarak sizlere aktarmak isterim. Buranın enerjisi kesinlikle çok farklı. Eğer zaman makinesinin nerede olduğunu sorsaydınız kesinlikle size "Göbeklitepe'de." diye cevap verirdim. Örencik Köyü yakınlarında bulunan Göbeklitepe'ye ulaşım oldukça kolay. Herhangi bir tur ile gelmeseniz de gerek şehir merkezinden gerekse yakın ilçelerden rahatlıkla ulaşabileceğiniz bir alan.

Yapılan son araştırmalar, Göbeklitepe'nin tarihinin 12.000 yıla dayandığını gösteriyor. Tarihin bilinen en eski tapınağı olma özelliğini ise resmi olarak hala koruyor. Buna karşın bence keşfi çok geç olan 1963 yılına dayanıyor. Bu yılın ardından çalışmalar hızla devam etmiş ve bugünkü haline getirilmiş. UNESCO Dünya Miras Listesi'ne eklenmesi ise bayağı bir süre ertelenerek 2018 yılında mümkün olmuş. Bunun ardından da zaten hepinizin duymuş olduğu gibi 2019 yılı "Göbeklitepe Yılı" ilan edilmişti. Keşfinin hikayesi de biraz acıklı, biraz gülümseten bana göre oldukça grotesk bir hikâye…

Göbeklitepe'nin 1963 yılında keşfedilmesinin altında yatan temel sebep; Güneydoğu Anadolu Projesi. Ne olduğu, önemi bilinmediğinden de keşif çalışmaları hemen aydınlanmıyor ve bu müjdeli haber herkese anında ulaştırılamıyor. Malum, sosyal medya kullanımı da söz konusu olmayınca Göbeklitepemiz orada bir süre duruveriyor. 1986 yılına gelindiğinde ise Göbeklitepe'nin bulunduğu tarlanın sahibi Şavak Yıldız, tarlada iki adet taş buluyor. Bu taşların ne olduğunu merak ediyor ve at arabasına yükleyerek Şanlıurfa Müzesi'ne kadar yaklaşık 20 kilometre yol gidiyor. Müze müdürü ise taşlara ilgi göstermiyor ve kireçtaşı olduğunu iddia ederek geçiştiriyor. Hal böyle olunca da Şavak Bey, taşları müzenin bahçesine bırakıyor ve o taşlar 4 – 5 yıl o bahçede öylece kalıyor. Yıllar sonra bölgedeki kazı çalışmaları için görevlendirilen Alman arkeolog Profesör Schmidt, Şanlıurfa Müzesi'ne gidiyor. Rastlantıya bakın ki orada öylece duran taşlar ilgisini çekiyor. Taşların özgeçmişini bir güze öğreniyor ve Şavak Bey'e ulaşmak istiyor.1994 yılında kazı çalışması yapmak istiyor, İzinlerini alıyor ve 1995 yılında Göbeklitepe'nin Güneşle tekrar tanıştığı günlerin adımları atılıyor. Çalışmalar ise hala devam ediyor.

Yerli halkın dahi önemli görerek o kadar yol kat edip bildirdiği bir taş, yetersiz bilgi nedeni ile terk ediliyor ve bir başka profesör sayesinde ülkemiz için önemli bir adım atılmış oluyor. Bu hikâye beni haklı olarak biraz üzüyor, biraz burkuyor, biraz da güldürüyor. Neyse olsundu, bir vesile ile Göbeklitepe bize yar oldu diyerek gezmeye devam ediyor bir şekilde insan…

Göbeklitepe'nin çalışmaları bitmemiş olmasına karşın buram buram tarih kokuyor olması tesadüf değil. Her köşesinde bambaşka bir kalıntı karşılıyor bizi. Bu kalıntılar üzerine ortaya atılan teorilerin hepsi doğrulanabilir gibi geliyor. Bir zamanların takas noktası olması, dünyanın ilk tapınağı olması -ki bu bana kalırsa en muhtemel olanı- gibi birçok teori öne sürülüyor. Biz bitişini görebilir miyiz bilinmez ama şunu söyleyebilirim ki bu gördüklerimiz bile bence Göbeklitepe'nin yarısı bile değil. Yine de siz bu yarısında bile etkilenecek, hikayesine farklı tepkiler vererek her noktasını karış karış gezmek isteyeceksiniz.

Harran:

Bakmadan gezme Tuğçe Şen ile2 Günde Şanlıurfa Gezisi

Harran dendiğinde aklıma ilk gelen şey, geçmişteki yaşantılarını, örf ve adetlerini devam ettiren yöre halkı nedense. Yıllar önce bu alana yerleşmiş olmalarına rağmen, Harran'a giriş yaptığınızda Arap kültürünün esintileri buram buram hissettiriyor kendisini. Türkçe'ye gençler ve çocuklar daha çok hâkim olsa da genel anlamda halk Türkçe bilmiyor. Kıyafetleri ise çoğu zaman şalvar, uzun entari olarak gözümüze çarpıyor. Müthiş bir kültür yaşatma ile karşı karşıya kalıyoruz ve aslında bu da ülkenin her bir yanının ne kadar önemli değerleri barındırdığını bana bir kez daha hatırlatmış oluyor.

Şanlıurfa merkezinden yaklaşık 44 kilometre uzaklıkta, Suriye'ye sınır olan Harran, adını bölgede bulunan Harran Ovası'ndan almakta. Harran'ın dünyanın ilk bilim merkezlerinden birini topraklarında bulundurmuş olması da eğitim ve bilim camiası tarafından da önemli bir merkez olarak görüldüğünü kanıtlar nitelikte. Aynı zamanda dünyada kurulan ilk üniversite de yine Harran'da kurulmuş.

Harran'ı ziyaret edilebilir kılan nokta, isminin anlamından da geliyor desek yeridir. Çünkü Harran kelimesi Sümerce "haran-u" kelimesinden türetilmiş. Bu kelime ise seyahat anlamı taşıyormuş. Harran adının geçtiği ilk çivi yazısı tabletlerin ise M.Ö. 2250 yılında ait olduğu biliniyormuş. Burada Harran'ın seyahat anlamından kendimce çıkardığım birçok manidar anlam oldu. Belki de bu kelime yaşamın bir seyahat olduğundan, buranın gezilebilecek en güzel şehir olduğundan hatta belki de bilimin ve eğitimin diğer noktalara buradan ulaştırmasından bahsediyordu, kim bilir…

Bölgede yerli ve yabancı turistler tarafından rağbet gören bir diğer unsur da Kümbet Evler olarak da bilinen Harran Evleri. M.Ö. 6000 yıllarına kadar dayanan bir tarihi olduğu bilinen bu evlerin, mimari gelişime ön ayak olması gibi önemli bir yere sahip olduğunu da belirtmek gerekir. Her bir kümbet aslında bir odayı ifade ediyor. Kubbeli tavana sahip olan evlerin kubbe yükseklikleri aynı zamanda ev halkının maddi gücünü de gösteriyor. Kareye benzer bir bindirme tekniği ile temeli atılan bu evlerin onca felaket ve depreme karşın ayakta kalabilmeleri ise mucizeden ziyade müthiş bir teknik bilgiyi ifade ediyor. İnşasında kullanılan tuğlaların harcında saman, yumurta akı, gül yağı ve toprak bulunuyor. Bu evlerin aynı zamanda yazın serin kışın ise sıcacık olabilme gibi özel bir özelliklerinin olduğu da belirtiliyor. Harran, 1979 yılında sit alanı olarak ilan edildikten sonra bölgeye yeni hiçbir ev yapılmamış. Bölgedeki birkaç ev restore edilerek ziyarete açılmış. Evleri ziyaret ettiğimde en çok dikkatimi çeken şey, restore edilirken yapının hiçbir şekilde bozulmamış olmasıydı. Kendimi evin kapısından içeri girer girmez en az iki yüzyıl geriye gitmiş gibi hissettim. Harran, gerçekten her noktasıyla sizi tarihi bir zaman yolculuğuna çıkarıyor. Evlere yapacağınız ziyaretler sırasında yöresel kıyafet kiralamanıza olanak sağlayan esnaflar da aslında bu yolculuğun bir aracısı olmakta.

Kümbet Evlerden ayrılır ayrılmaz büyük bir heyecanla adım attığımız, hatta deyim yerindeyse koştuğumuz diğer durağımız Harran Kalesi oldu. Harran Kalesi de Şanlıurfa'nın hemen her yerinde olduğu gibi bir rivayete sahip: Söylenenlere göre bu kalenin inşasında, dönemin Emevi Halifesi II. Mervan, neredeyse bütün servetini harcayarak yaptırdığı saray büyük role sahip. Çünkü bu saray, kalenin esasını oluşturuyor. Doğruluğu kanıtlanmamış olsa da bazı İslam kaynaklarına göre, kalenin bulunduğu alanda aynı zamanda Sabii tapınağı da bulunmakta Kalenin gözümüzün alıştığı kale yapısından farklı bir mimarisi var. İlk bakışta bu özelliği ile kalbimi fetheden Harran Kalesi, muhteşem manzarası ile de beni tek başına büyülemeye yetti.

Şuayip Şehri de Harran'da gezmekten keyif aldığım bir diğer nokta oldu. Bölgeye girer girmez etrafınızı saracak çocuk kitlelerine karşı yanınızda tatlı atıştırmalıklar bulundurmanızı tavsiye ederim. Bir yandan sizi tanımaya çalışıyorlar, bir yandan kendilerince size rehberlik ediyorlar. Günün yorgunluğunu sizden alabilmek için adeta savaş veriyorlar… Şuayip Şehri'nin bizim için önemine gelecek olursak da buradaki tarihi kalıntıların Roma dönemine ait olduğu düşüncesi, uzun süredir araştırmalara konu oluyor. Haritalarda adı Özkent Köyü olan bu bölgede, kaya mezarlarına da rastlanıyor. Mağaralar ve dehlizler içimizi ürpertmiş olsa da ilginç ve merak uyandırıcı oldukları da aşikâr. Ve tabi ki buranın da İslamiyet için bir önemi var. Rivayete göre bu mağaralardan bazıları Şuayip Peygamber'in makamı. Hatta Hz. Musa'nın, asasını Şuayip Peygamber'den bu mağaralardan birinde aldığı da söyleniyor. Günümüzde antik kent olarak koruma altında olan kente girişler ücretsiz olarak sağlanıyor.

Soğmatar Antik Kenti, Şuayip Şehri'ne yaklaşık 15 kilometre uzaklıkta ve en az onun kadar görülmeye değer. Fakat burası yerleşim alanından çok kutsal bir tapınak alanı olması özelliği ile dikkat çekiyor. Roma döneminde ait olduğu düşünülen bu kentte çeşitli mezarlıkların ve tapınakların inşa edildiği biliniyor. Bu kentte bulunan Pognon Mağarasında yapılan araştırmalarda çeşitli dinsel motifler elde edilmiş. Bu motiflerin incelenmesi sonucunda ise Ay Tanrısı Sin'e tapınıldığı dönemlere kadar tarihinin uzandığı tespit edilmiş.Kentte aynı zamanda altı anıt mezar, çok sayıda kaya mezarı ve su kuyusu da bulunmakta.

Bu gibi tarihi gerçekliklere tanık olmak beni her zaman heyecanlandırır. Fakat nedense Soğmatar, bende çok daha gerçekçi ve ürpertici bir etki bıraktı… Bu etkinin ardından etkileyici bir diğer alan da Bazda Mağarası oldu. Adına mağara deniyor ama aslında burası Tarihi Taş Ocakları. Bozdağ Mağaraları olarak da bilinen bu taş ocakları, oldukça görkemli ve gizemli olması yönüyle dikkatimizi çekti. En büyüğünün iki katlı bir yapı haline getirilmiş olması ve içerisinde galerilerin bulunması da yine büyüleyici ve otantik yapısını gözler önüne seriyor. Kesinlikle gezilip görülmesi gereken bir alan olduğunu söylemeliyim. Buradan sonra çizdiğimiz rota üzerinde ise Bağdat- Harran ticaret yolu üzerinde bulunan Han El-Ba'rur Kervansarayı vardı.

Anadolu Selçuklu mimarisinin bütün yapısal özelliklerini barındıran bu kervansaray içerisinde mescit, hamam, köşe kuleler, muhafız odası, ahırlar, yazlık ve kışlık odaları barındırıyor. Kuzey giriş kapısında yer alan kitabede yazılana göre kervansaray, M.S. 1228 yılında el-Hac Hüsameddin Ali Bey tarafından yaptırılmış. Hanın isminde yer alan "barur" kelimesinin ise keçi gübresi anlamı taşıdığı biliniyor. Şaşırmayacaksınız ama buranın da bir rivayeti var :D Söylenenlere göre Hüsameddin Ali Bey, kervansarayı kuru üzümle doldurmuş. Gelen geçen herkesin bu üzümlerden yemesini istemiş. Herkese de "Benden sonra burayı keçi gübresi ile dolduracaklar." Demiş. Moğol istilası sonrasında ise Ali Bey'in kehaneti doğru çıkmış ve gerçekten de gelenler bu kervansarayı keçi gübresi ile doldurmuşlar. Kervansarayın 1993 yılında restore edilerek ziyarete açılan mescit bölümü ve portal bölümü hariç geri kalanı maalesef harap bir halde.

Kızılkoyun Mağaraları:

Bakmadan gezme Tuğçe Şen ile2 Günde Şanlıurfa Gezisi

Tadı damağımızda kalan Şanlıurfa gezimizin ikinci gününde son durağımız ise Kızılkoyun Mağaraları idi. Bu bölgeyi geç saatlere bırakmamızın ise elbette önemli bir nedeni vardı. Muhteşem ışıklandırmaları ve gece 00.00'a kadar gezebiliyor oluşumuz elbette. Hatta bana kalırsa Kızılkoyun Mağaraları'nın gündüz vakti pek de bir havası yok ?? Özellikle fotoğraflarınızın daha kaliteli yine ihtişamlı olmasını istiyorsanız, ışıklandırmaların kattığı gizemli hava ile çok daha iyi kareler yakalayabilirsiniz. Gece 00.00'a kadar içeriye girebiliyorsunuz. Karanlıkta, sadece ışıklandırmalar eşliğinde heyecanlı bir gezi yapmak istiyorsanız bu saatler tam size göre!

Şehir merkezinde yer alan Kızılkoyun Mağaraları'nın 2000 yıllık bir tarihi olduğu biliniyor. 113 adet kaya mezarına ev sahipliği yapan bu mağaraların tapınak görünümlü bir açık hava müzesi tadında oluşu bizleri mest etti, sizleri de bir hayli edecektir diye düşünmeden edemiyorum. Zaman tüneli olarak görebileceğiniz bu tarihi alan, gecenin sakinliği ve kendisinin yalınlığı ile karşılıyor sizi. Eğer ki burası bir de Şanlıurfa gezinizin son durağı ise hem yorgun hem hüzünlü vedanıza eşlik de ediyor aynı zamanda.

Ben Şanlıurfa'yı gezerken o kadar benimsedim ki dönerken kendi yuvamdan ayrılıyor gibi hüzünlendim. Bir o kadar da keyif aldım. Tarihin hiç bu kadar içerisinde hissetmemiş, buralara ayak basarken bu kadar gerçek hissedeceğimi tahmin etmemiştim. Ben gezerken de yazarken de fazlasıyla büyülendim.

Başka ülkeleri, başka şehirleri bilmem ama Şanlıurfa'yı gezip görmeden ölmeyin derim.

title