Anksiyete mi Dediniz? Beyniniz Sadece Sizi Korumaya Çalışıyor
Bazen hiçbir şey yok gibi görünür dışarıdan. Her şey yolundadır. Ama içeride bir yerlerde bir huzursuzluk kıpırdanır. Kalbin hızlı atmaya başlar, nefesin daralır, zihnin tek bir düşünceye bile tutunamaz. Telaş başlar. "Bir şey olacak" hissi gelir, ama ne olduğunu sen de bilmezsin. İşte buna anksiyete diyoruz.
Peki neden olur? Neden bedenimiz tehdit yokken bile sanki bir şeylerden kaçıyormuş gibi davranır?
Aslında cevabı çok insani.
Anksiyete, beynimizin bizi hayatta tutma çabasının bir yan ürünü. Çok eski çağlara dayanan ilkel bir sistem var zihnimizde: Tehlikeyi fark et, hızlı karar ver, hayatta kal.
Ama bugünkü tehlikeler artık aslan saldırısı değil. Bir maili geç göndermek, patronun yüzündeki ifade, sevgiliden gelen kısa cevap, sosyal medyada eksik kalmak... Tehlikenin şekli değişti ama beyin hâlâ aynı alarm sistemini kullanıyor. İşte bu yüzden, gerçek bir tehdit yokken bile "ya kötü bir şey olursa" hissiyle tetikleniyoruz.
Bazı insanların anksiyeteye daha yatkın olmasının sebebi, geçmiş deneyimleridir.
Kontrolü kaybettiği bir çocukluk, reddedilme, ihmal edilme ya da hep "doğru" olmak zorunda hissettirilmiş bir yetişkinlik.
Böyle bir geçmiş, beynin tehdit algısını hassaslaştırır. Sanki dış dünyada herkes bir tehlike, her durum potansiyel bir başarısızlık gibidir.
Peki ne yapabiliriz?
Anksiyete geldiğinde çoğumuz ondan kaçmak isteriz. Ama işe yaramaz. Ne kadar kaçarsak, o kadar büyür. Çünkü beyin, "kaçıyorsan, demek ki gerçekten tehlike var" diye düşünür.
İşte bu noktada küçük ama etkili bir adım atabiliriz:
O an hissettiğin duygunun seninle konuştuğunu hayal et.
"Tehlikedeyiz" diyen bir ses var içeride. Ona kulak ver. O ses kimin sesi?
Annenin mi? Sürekli mükemmel olmanı bekleyen bir öğretmenin, ya da "yetersizsin" diyen eski bir partnerin sesi mi?
Bazen anksiyeteyi anlamak, çocuklukta kaydettiğimiz sesleri tanımakla başlar.
O sesi tanıdıkça kendi sesinden ayırt etmeye başlarsın.
Ve zamanla içindeki seslerin hangisinin sana ait olduğunu fark etmeye başlarsın.
Zihninde fırtına koptuğunda bir süreliğine dur. Nefesine dön. Vücudunu fark et.
Çünkü kaygının en çok beslendiği yer: gelecek.
Sen şimdide kalabildikçe, onun sesi kısılır.
Anksiyete sana zarar vermeye çalışmıyor. Aksine seni korumaya çalışıyor. Ama sen artık büyüdün. O yüzden ona "teşekkür ederim ama artık ben buradayım" diyebilirsin.
Çünkü anksiyete, biz onu tanıdıkça etkisini kaybeder. Korkutucu bir canavar olmaktan çıkar, sadece tedirgin bir iç ses olur. O sesi susturmaya değil, anlamaya çalış. Onu tanıdıkça, yönetebilirsin.
Ve unutma, her kaygı kötü değildir. Bazen bir şeyleri ne kadar önemsediğini gösterir. Ama hayatın iplerini tamamen kaygıya bırakmak, hep tetikte yaşamak... işte asıl yoran budur.
Belki de bu hafta kendine şu soruyu sormanın zamanı gelmiştir:
"Gerçekten şu an bir tehlike mi var, yoksa sadece eski bir korku mu yeniden konuşuyor?"
Korkularınla değil, varlığınla yol al.
Uzman Psikolog Şerivan Demir