“Bir Lokma Dilek, Bir Tabak Mucize: Hıdırellez Sofrası Asırlık Bir Hatıradır”

Reşat Aydın

Her yıl mayısın eşiğinde Anadolu'da bir gece gelir ki, toprak yeniden nefes alır, sofralar tarihle konuşur. Hıdırellez, sadece bir mevsim dönümü değil; kazanlarda kaynayan asırlık hatıraların yeniden doğuşudur.
Bu gelenek, Orta Asya'nın kadim göçebe kültürlerinden doğdu. Türkmen obalarında karların altından çıkan ilk otlar "kut" sayılır, sumalak kazanlarında bereketin buğusu yükselirdi. İnsan, toprağa şükretmeyi önce bir tutam otla öğrenmişti.
Zamanla yollar Anadolu'ya düştü. Selçuklu mutfağında, baharın ilk mahsulleriyle yapılan yemekler hem şifa hem sembol hâline geldi. Evelik, çaşır, çiriş, eşkin otlarıyla pişirilen çorbalar ve dolmalar, ahilik geleneğiyle birleşip "paylaşarak yenen bereket" oldu.
Sonra Osmanlı geldi; sofra sanat oldu. Padişahlar saraylarında Hıdırellez şenlikleri düzenler, baharın bereketini zarif yemeklerle karşılarlardı. Zeytinyağlı enginar, baklalı pilav, otlu çörekler sarayın ihtişamını yansıtırken, halk sofralarında evelik yaprağına sarılı lor dolmaları, madımakla pişen kuş ekmeği ve kavrulan un helvaları vardı.
Her bölge, her halk kendi sofrasıyla katıldı bu geleneğe. Kürtler ve Zazalar, Hıdırellez'i "Hızır Günü" olarak bilir; dağlardan toplanan çaşırla yapılan kavurmalar, eşkin otuyla pişirilen çorbalar, evelikle yapılan dolmalar sofralara hem sağlık hem dua taşır. Arap kökenli yurttaşlarımız, bu geceyi hurmalı tatlılar, sumaklı etli tabaklar, baharatla yoğrulmuş köftelerle selamlar. Çerkes mutfağı, cevizli mezeler ve unlu lezzetlerle baharın hafifliğini sofraya taşır. Balkan muhacirleri, göç ettikleri yeni topraklarda dereotlu çörekler, otlu börekler ve zeytinyağlılarla baharı geçmişin anılarıyla karşılar.
Cumhuriyet dönemi, bu çok renkli sofraları bir araya getiren yeni bir zemin kurdu. Köy Enstitüleri'nde öğrenciler, nenelerinden öğrendikleri yemekleri yazdı, anadilleri farklı olsa da hepsinin yemeğinde aynı dilek vardı: "Hızır uğrasın, yıl bereketli geçsin."
Bugün hâlâ Türkiye'nin dört bir yanında, Doğu Anadolu'da evelik dolması, çaşır kavurması, İç Anadolu'da madımaklı kuş ekmeği, çörekler, Güneydoğu'da sumaklı çorbalar, etli ot yemekleri, Trakya'da zeytinyağlılar ve dereotlu börekler aynı ortak sofrada buluşuyor. Ve bu sofralar hâlâ geçmişe sesleniyor: "Ey Hızır, pişirdiğimizin bereketi geçmişten gelsin."
Bu Hıdırellez'de sen de bir tabakla geçmişe dokun. Evelik sarması sar, un helvası kavur, belki bir çörek pişir; ama pişirdiğin yalnızca yemek olmasın. O tabakta tarih, dua ve hafıza da olsun. Çünkü Hıdırellez, yalnızca bir mevsim değil, yemeğin tarih olduğu gecedir.