Türkiye'de Deprem Gerçeği! Tehdit mi Fırsat mı?

Recep Durul

Recep Durul

05.05.2025 11:22

Ülkemizde kamuoyunu en çok meşgul elde eden konulardan birisi deprem gerçeğidir. Zaman zaman farklı platformlarda ifade edildiği gibi, Türkiye depremselliği oldukça belirgin ve yüksek olan bir coğrafyada yer almaktadır. Birçok bölgemizde deprem üretme potansiyeline sahip aktif faylar bulunmaktadır. Dolayısıyla sık sık farklı şiddetlerde depremler olmaktadır. Yakın tarihimizde asrın felaketi tabiri ile tasvir edilen 17 Ağustos 1999 Depremi ile geniş bir coğrafi alanı etkileyen 6 Şubat 2023 Depremleri toplumsal belleğimizde derin izler bırakan felaketlerdir. Bu felaketlerde çok sayıda insanımızı kaybettik ve devasa iktisadi maliyetlere maruz kaldık. Depremler açıkça göstermiştir ki, şiddeti ne olursa olsun hiçbir deprem insan hayatını sonlandırma gücüne sahip değildir. İnsan hayatını tehdit eden asıl unsur, depreme dayanıklı olmayan binalardır. Doğru zemine bilimsel kriterlere uygun olarak inşa edilmeyen yapılar insanoğlunun en büyük felaketi olagelmiştir. Yer biliminin kuralları ve modern mühendislik ilkeleri esas alınarak inşa edilen yapıların felakete yol açma potansiyeli oldukça sınırlıdır. Deprem gerçeği hayatın bir parçası olarak değerlendirilerek dayanıklı yapılar inşa edildiğinde felaketlerin maliyetleri en aza indirilebilmektedir. Aksine deprem riski rasyonel bir çerçevede yönetilmediğinde artan insan ölümleri ile birlikte iktisadi ve sosyal maliyetler maksimum düzeye erişmektedir.

Depremlerin çok önemli maliyetleri vardır.

Büyük deprem felaketleri neticesinde toplumların karşı karşıya kaldığı bazı önemli maliyetler şunlardır:

Deprem felaketlerinde çok sayıda insanın hayatını kaybetmesi ya da sakat kalması beşeri sermaye gücünün zarar görmesi anlamına gelmektedir. Yeterli tedbirler alınmadığında artan insan ölümlerinin yanı sıra uzun süre devam eden tıbbi tedavi dönemleri ve/veya dezavantajlı birey sayısının artması ülkeler için iş gücü kaybını artırarak üretimin zayıflamasına yol açmaktadır.

Deprem dönemlerinde artan işgücümaliyetleri, tedarik zincirlerindeki aksamalar ya da maliyet artışı, olumsuz beklentiler, fiziksel sermaye stokundaki kayıplar, pazarlama ağının zayıflaması, ulaşımda yaşanan güçlükler ve kamusal hizmetlerdeki aksamalar firmaların üretim faaliyetlerinde miktarsaldaralmalara ve üretimsel istikrarsızlıklara neden olmaktadır. İktisat bilimi açısından değerlendirildiğinde iktisadi büyümede gerileme ve iktisadi kalkınmada zayıflama eğilimi ortaya çıkmaktadır.

Felaket dönemlerinde yapı stoklarındaki tahribattan dolayı ortaya çıkan fiziksel rahatsızlıkların yanı sıra depremin toplumun ruh sağlığı üzerindeki negatif yansımaları sağlık harcamalarının gereksiz yere artmasına yol açmaktadır.

Deprem dönemlerinde ekonomideki volatilite artmaktadır. Deprem dönemlerinde fırsatçıların yaptığı fahiş fiyat ayarlamaları, yatırımların ertelenme riski, yabancı sermaye girişindeki tedirginlik ve ödemelerdeki aksaklıklar finansal risklerin ve genel olarak ekonomik kırılganlıkların artmasına neden olmaktadır.

Deprem dönemlerinde, depreme dayanıklı olmayan özel ve kamusal binaların yıkılması ya da tahrip olması kamu bütçesi üzerinde ilave yükler doğurmaktadır. Bütçe açıklarının genişlemesi enflasyonu artış yönünde tetiklemektedir. Öte yandan daha üretken alanlarda (savunma sanayi ve teknolojik gelişmeler) kullanılabilecek kaynaklar imar ve inşa sektörüne aktarılmaktadır. Ayrıca belirtmek gerekir ki, deprem maliyetlerinde dolayı genişleyen bütçe açıkları çoğunlukla vergileme ve borçlanma yöntemleri ile finanse edilmektedir. Vergileme yöntemine başvurulduğunda, özel sektörün ilave yük altına girmesi söz konusu olacaktır. Borçlanma yoluna başvurulduğunda ise, faiz oranlarında artış gözlenebilecektir. Her iki durumda da özel sektöryatırımlarının dışlanması yani crowding –out etkisi ortaya çıkacaktır.

Depremlerin hemen ardından depremin tetiklediği felaketlerde ortaya çıkabilir. Deniz ve diğer su kaynaklarına yakın bölgelerde su baskınları gözlenebilir. Ayrıca, heyelan bölgelerinde yerleşim yerleri ve ulaşım ağları zarar görebilmektedir.

Bilim adamlarının önerdiği çok sayıda politika önerisi öne çıkmaktadır.

Deprem felaketlerinden sonra farklı disiplinlerde çalışan bilim insanlarının önerileri doğrultusunda çok sayıda tedbir ve politika önerisi gündeme gelmiştir. Bu konuda öne çıkan önemli hususlardan bazıları aşağıdaki şekilde özetlenebilir:

Deprem felaketlerinin yıkıcı etkilerini ortadan kaldırmak ya da minimize etmek için kamu ve özel sektör işbirliğine dayalı kentsel dönüşüm politikaları uygulanmalıdır. Kentsel dönüşüm uygulamaları ile depreme dirençli şehirler inşa edilmelidir. Konut inşa alanları tespit edilirken akarsu yataklarına ve fay hatlarına yakın bölgelerin yanı sıra zayıf zemine sahip bölgeler tercih edilmemelidir. Mekansal planlamalar yapılırken uygun zemin tercihi öncelenmelidir. Geniş kapsamlı ve bürokratik süreçleri basit ve açık kentsel dönüşüm politikaları uygulanırken konuta erişim imkanı olmayan dar gelirli kişilere de sosyal konut imkanı sunulmalıdır. Depreme dayanıklı uygun araziler tahsis edilmek suretiyle kamu özel sektör işbirliği modeli ile dar gelirliler için depreme dayanıklı konutlar inşa edilmelidir. Kentsel dönüşüm politikaları uygulanırken, depreme dayanıklılık hedefi ile birlikte kentsel kimlik öğeleri öncelenmeli ve kentsel estetik ilkelerinin uygulanması stratejilerinden vazgeçilmemelidir.

Kentleşme politikaları uygulanırken, modern teknolojilerin kullanıldığı akıllı kentlerin inşa edilmesi, çevre dostu ve enerji tasarrufu sağlayan yapıların tercih edilmesi sürdürülebilir kentleşme ilkesinin gereğidir. Kent alanlarına yakın bölgelerde tarımsal üretime uygun alanlar kentin tarımsal ürün ihtiyacının karşılanması açısından değerlendirilmelidir. Çevre dostu, enerji etkin ve tarımsal faaliyetleri önemseyen kentleşme modeli ekonomi biliminin etkin kaynak tahsisi ve rasyonel kaynak kullanımı ilkelerinin hayata geçirilmesi anlamına gelmektedir. 30 -40 yıllık ömrü hedefleyen binalar yerine çok daha uzun bir zaman diliminde yaşamın parçası olacak yapıların inşa edilmesi deprem kaygısının kırılması açısından hayati önem sahip bir konudur.

Deprem ve benzeri felaket dönemlerinde paniğe yol açmadan ve bilgi kirliliği doğurmadan etkin risk yönetimi tekniklerinin kullanılması gerekmektedir. Felaket dönemlerinde kamuoyunun doğru ve sürekli olarak bilgilendirilmesi beklentilerin yönetimi açısından yaşamsal öneme sahiptir. Kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi için deprem uzmanlarının katılımı ile teşekkül edecek bir "Deprem Bilim Kurulu"nun tesis edilmesi elzemdir. Deprem ile ilgili her türlü açıklama bu kurulun yetkisi kapsamında olmalıdır. Bilim adamlarının deprem konusundaki farklı görüş ve değerlendirmeleri kamuoyundaki kaygı ve endişelerin neden olarak felaket dönemlerindeki iletişim stratejilerinin zarar görmesine yol açmaktadır. Deprem konusunda çalışan seçkin bilim insanları kurul çatısı altında bir araya geldiğinde gerekli müzakereler yapıldıktan sonra bilgilendirmeler yapılırsa panik ortamının oluşması engellenmiş olacaktır.

Afet eğitimleri aksatılmamalıdır. 23 Nisan 2025 tarihinde gerçekleşen İstanbul Depreminde meydana gelen yaralanmaların afet eğitiminin eksikliğinden kaynaklandığı görülmüştür.

Hep birlikte geleceğe umutla bakmak temennisi ile saygılarımı sunarım.

title