Bugün bir kitap fuarındayım ve doğrusu heyecanlandım. Artık 30'a yaklaşan kitabı olan bir yazar olarak kitaplar beni heyecanladrırı. Bu hele ki bir kitap fuarı gibi festival niteliğindeyse bu daha da heyecan verici. Hep söylerim, bir kentin ruhunu anlamak için bazen sokaklarına değil, kitaplarına bakmak gerekir. Çünkü bir fuar yalnızca raflarda duran eserlerden ibaret değildir; aynı zamanda bir topluluğun zihinsel iklimini, hangi sorularla meşgul olduğunu ve hangi hayallerin peşinde koştuğunu da açığa çıkarır. 4–12 Ekim tarihleri arasında gerçekleşecek Kocaeli Kitap Fuarı da işte böyle bir ayna işlevi görür. Şehirde yaşayan binlerce insanı, farklı düşünce ve duygularla buluşturarak, kültürel bir şölenden çok daha fazlasını vaat eder: Birbirimizle yeniden konuşma, tartışma ve anlaşma ihtimalini.
Kitap fuarlarının en dikkat çekici tarafı, bireysel deneyimleri kolektif bir zemine taşımalarıdır. Sessizce okuduğumuz bir kitabın, bir söyleşi salonunda yüzlerce insanla birlikte tartışmaya açıldığını görmek; özel olanı kamusallaştırır, kişisel olanı toplumsal bir değer haline getirir. Kocaeli Kitap Fuarı'nda bir yayınevinin standı, yalnızca yeni bir eserin sunulduğu mekân değil, aynı zamanda ortak bir merakın, düşünsel bir hareketliliğin başlangıç noktası adeta. Bu yüzden fuar, edebiyatı hayatın kıyısına değil, tam merkezine taşır.
Belki de esas mesele şudur: On gün boyunca şehre yayılan bu kültürel yoğunluğun ardından, bizler hangi yeni sorularla evlerimize döneceğiz? Bir şairin dizesi mi kulağımızda kalacak, bir düşünürün itirazı mı zihnimizi kurcalayacak, yoksa bir sahafın sararmış sayfasından yükselen koku mu belleğimize kazınacak? Kocaeli Kitap Fuarı, her ziyaretçisine yalnızca kitap değil, aynı zamanda bir deneyim, bir hatırlama ve en önemlisi bir sorgulama armağan eder. Çünkü kelimelerin gerçek gücü, bizi yalnızca eğlendirmesinde değil, aynı zamanda dönüştürmesinde gizlidir.
Bir an için durup düşününce, kitaplar gibi değil miyiz biz de? Sayfaları arasında kaybolduğumuz, her satırda kendimizi aradığımız, bazen güldüğümüz bazen de gözyaşlarımızı silerken bulduğumuz o eski dostlar. Ama işte, kitaplar da bizler gibi; bazen tozlu raflarda unutulur, bazen de bir fuarın ışıkları altında yeniden canlanır. Kocaeli Kitap Fuarı mesela, tam da böyle bir mucize. 4-12 Ekim 2025'te, yani önümüzdeki haftalarda kapılarını açacak bu fuar, giderek etkisi artan bir serüvenin parçası. Söyleşileriyle düşünceyi kışkırtan, katılımcılarıyla kalabalık bir sohbet halkası kuran, yayınevleriyle her köşeyi bir hazineye dönüştüren... Bambaşka bir kitap fuarı olma yolunda ilerliyor, çünkü burası sadece kitap satılan bir yer değil, ruhların yeniden okunduğu bir mekân.
İşte bu fuarın büyüsünden ilhamla, okuma tutkumuzu hatırlayalım: Kitaplar, aşkın en eski yoldaşlarıdır. Onlar olmadan, hayatın çelişkileri –o ikircikli duygularımız, hüzünlü gülüşlerimiz– yarım kalır. Ve bugün, Dünya Edebiyatının En İyi 10 Aşk Romanı'nı sıralarken, fuarın o kalabalık arasında bu satırları paylaşmak gibi geliyor bana. Belki bir stantta elinize alır, belki bir söyleşide tartışırız; aşkı, o yıkıcı ve kurtarıcı gücü, sayfalar arasında yeniden keşfederiz.
1. Aşk ve Gurur (Pride and Prejudice) - Jane Austen
Zekice diyalogları, sosyal eleştirisi ve unutulmaz karakterleriyle, aşk romanları denince akla gelen ilk eserdir. Elizabeth Bennet ile Bay Darcy'nin gurur ve önyargıları aşarak buluşan yolları, sadece bir aşk hikayesi değil, aynı zamanda bir karakter gelişim şaheseridir.
2. Jane Eyre - Charlotte Brontë
Victoria dönemi toplum kurallarına meydan okuyan, güçlü iradeli ve ahlaki değerlere sahip bir kadının hikayesi. Jane Eyre ile Bay Rochester arasındaki tutkulu, fırtınalı ve trajik aşk, gizem ve gotik unsurlarla bezelidir. "Ruh eşitliği" kavramının edebiyattaki belki de en güçlü temsilidir.
3. Anna Karenina - Lev Tolstoy
Tolstoy, toplum tarafından kabul görmeyen bir aşkın peşinden giderek her şeyini kaybeden Anna ile soylu Vronski'nin trajedisini anlatırken, aynı zamanda Rus aristokrasisinin geniş bir portresini çizer. Bu roman, tutkunun yıkıcı gücünün ve toplumsal baskının en epik anlatımlarından biridir.
4. Uğultulu Tepeler (Wuthering Heights) - Emily Brontë
Aşk ile intikam, tutku ile delilik arasındaki ince çizgiyi gösteren karanlık ve fırtınalı bir başyapıt. Heathcliff ve Catherine'in doğaüstü boyutlara varan bağı, geleneksel aşk hikayelerinden çok uzakta, obsesif ve yıkıcı bir sevginin destanıdır.
5. Büyük Umutlar (Great Expectations) - Charles Dickens
İçinde birçok tema barındıran bu klasik, aynı zamanda Pip'in, soğuk ve uzak güzellik Estella'ya olan umutsuz aşkının da hikayesidir. Sınıf atlama, pişmanlık ve nihayetinde alçakgönüllülük üzerine kurulu bu roman, tek taraflı aşkın en hüzünlü örneklerinden biridir.
6. Dr. Jivago - Boris Pasternak
Rus Devrimi'nin zorlu yıllarında geçen bu epik roman, şair ve doktor Yuri Jivago ile Lara arasındaki imkansız aşkı anlatır. Tarihin büyük dalgaları arasında savrulan bireylerin kaderi ve kişisel tutkular, unutulmaz bir şekilde resmedilir.
7. Gurur ve Önyargı (alternatif bir seçki olarak) - Yerine: Yüzyıllık Yalnızlık - Gabriel García Márquez
Bu büyülü gerçekçilik şaheseri, bir aşk romanından çok daha fazlası olsa da, Aureliano Segundo ile Petra Cotes'in vahşi tutkusu ve özellikle Colonel Aureliano Buendía'nın Remedios'a olan saf sevgisi, romanın kalbinde yer alır. Aşkın tüm formları -takıntılı, platonik, tutkulu- bu kitapta sihirli bir şekilde işlenmiştir.
8. Lolita - Vladimir Nabokov
Tartışmalı ve rahatsız edici olmasına rağmen, edebi dilin ve anlatımın başyapıtı kabul edilir. Humbert Humbert'in üvey kızı Lolita'ya olan ahlaksız ve obsesif takıntısı, "aşk" kavramının karanlık ve sapkın sınırlarını zorlar. Bu roman, güzel yazılmış bir dilin bile korkunç bir gerçeği nasıl süsleyebileceğinin kanıtıdır.
9. Sefiller (Les Misérables) - Victor Hugo
Devrim, adalet, merhamet ve kefaret üzerine bir destan olan Sefiller, aynı zamanda güçlü bir aşk hikayesi de barındırır. Marius Pontmercy'nin Cosette'e olan aşkı, Fransız toplumunun çalkantılı bir döneminde filizlenir ve hikayeye dokunaklı bir insanilik katar.
10. Romeo ve Juliet - William Shakespeare
Listeye bir oyun almak sıra dışı görünebilir, ancak "aşk" denince akla gelen bu evrensel simgeyi es geçmek imkansızdır. İki düşman ailenin genç üyelerinin trajik aşkı, yüzyıllardır sanatın her dalına ilham vermiş ve "imkansız aşk" kavramını tanımlamıştır.
Bir an için gözlerinizi kapatın ve düşünün: Bu romanlar, tıpkı bizim hayatımız gibi, aşkın o garip dansını anlatıyor. Bazen gururla çarpışıyoruz, bazen önyargılarla tökezliyoruz; tutkularımız fırtınalı tepelerde savruluyor, imkansız yollara sapıyoruz. Ama hepsinde, bir yerlerde, o küçük umut kıvılcımı var – tıpkı Mahsun Kırmızıgül'ün şarkısındaki gibi, "yıkılmadım ama ayakta durmakta da zorlanıyorum" diye fısıldayan. Edebiyat, bizi dürüst kılıyor; sahte vaatlerden, bulanık zihinlerden uzaklaştırıp, kalbin en çıplak haliyle yüzleştiriyor. Dan Ariely'nin dediği üzere, bir aşk hikayesinin sahteliği, tüm zihnimizi zehirler – ama gerçek bir roman, bizi yeniden doğrular. Kocaeli Kitap Fuarı'na gelin o halde, 4-12 Ekim'de. Bu satırları elinizde tutun, bir köşede okuyun, tartışın. Belki orada, bir stant arasında, kendi aşk romanınızı yazmaya başlarsınız. Değişmek, okumakla başlar; gelin, birlikte okuyalım.