Son çeyrek
Özlem Koç
Okulda arkadaşının anlattığı, yurtdışındaki dayısının tatilde hediye getirdiği mutfak robotunu, jetgillerdeki hizmetçi gibi sanırken büyüyordun sen ve o okulda, kara lastik ayakkabının elektrik geçirmediğini öğretmekle meşguldü hayat. Güzelim ayakkabılar yerine onlardan istemiştin hatırlarsan. En çok emek vurur yüzüne insanın ve sivrilen dertler daha yakar canını.
Saçlarının ucundan tırnak diplerine kadar tüm vücudunu dolaşan ağrıdır yaşamak. Kendime zencefilden reçel yaptım. Ne zaman ağrısam sıcak suya katıp içiyorum. İyi geliyor gerçekten. İster misin?
Oluruna bırakmak, üçüncüde de olmazsa tamamen bırakmak mı gerekiyor yoksa asla pes etmemek mi karar veremezsin. Allah'ın hakkı üçtür derler oysa. Riyakar yüzlerine konuşmaktan yoruldukların olacak bazen ve sen onları geri iade edebilmeyi isteyeceksin. Sonra öğreneceksin; ya geri verebileceğini, ya da iade edebileceğini. Geri iade yoktur çünkü ve bu bilgisizliğin, zamanından epey çalacak.
"Neden güneş çıkmadı bugün veya tostumu neden çift kaşarlı yapmadılar, söylemiştim oysa"lar eklenir ağlamalarına. Ben de söylemiştim oysa "Allah ağlanacak dert verirse görürsün" derse birisi çıkıp da, bıçak gibi nasıl kesiliverdiğini gözyaşlarının, mana veremezsin. Yoksa kim ne yapsa fayda etmez bilinmeyen acına ve ne zaman sıksan, tutsan kendini güçlüyüm rollerini giyinip, o yağmur muhakkak yağar. Saatlerce ıslanabilmeyi de öğretir sana, o yağmurda yürürken sen. Annen bile "Nereye?" diye sormayı bırakır, bu efsunu zamanında tattığından.
Bugün yine çok kavga ettiler. Polis gelse yeriydi. Eşyalar devrilmiş, kıyamet evimizdeydi. Komşular da çalmadı kapıyı bu kez. Henüz geldiğim evden, o kapıyı çarpıp da çıktım ben yine. Ve evet, "Nereye?" diye sormadılar. Yağmur, rüzgar, üzerimde mont falan da yok. Birara kayboldum sandım da neden sonra evimizin önünde buldum yorgun kendimi. Ortalık süt liman. Barışmışlar. Barışması güzel geliyor olabilir miydi? Benim kulağımda çığlıklar, bağırmalar. Benim gözüm yerdeki cam parçalarında, çiçeğinden ayrı düşen toprakta. "Kırdınız işte, bakın kırdınız" dedim içimden. Dört gözle beklediğim on sekize daha da sabırsız artık benliğim. O muhteşem kapıdan geçerken hayal etmiştim kendimi sık sık. Kaç on sekiz geçti ve ben hala on sekize hasret.
Balık ağlarının kokusu başını döndürüyordu. Sular durgunlaştı, bulutlar indi yeryüzüne, kuşlar yolunu göremeyince kayalıklara sığındı, karanlığın içinden hafif bir ıslık okyanusun yüzeyine incecik yayıldı. Güneş' in vedası, Ay' ın merhabasıydı sahnelenen. Seyri melankolik, sızısı sarhoş edici. Zarifçe salının söğüt dallarının ahengi, erguvandan tatlı pembe bir buse ve hoşçakal, hoşçakal çocukluğum.
Neden sonra, çığlık çığlığa kaçışan kuşlarla aynı anda, olanca hızıyla dönmeye başladı Dünya, ileri sarılan film gibi geçip giden zaman. Çocukluğunu, çocuk şube alıkoymuş. O mahpus, o tutuklu, o ziyan. Hiç dinmeyen baş ağrıları.
Küçük kırmızı ayakkabılarını çıkarıp, kuma gömülen ayaklarını sürüye sürüye suya doğru, siyah ufka doğru ilerledi. Bir dalga tuttu uzaklara doğru fırlattı, girdabına aldı. Dünya ile sular da döndü. Kaos kayalara yüzünü sürdü. Kaos hiç bitmedi, tufan dinmedi, lavantalar kokmadı, leylaklar renksiz, dilek ağacında yer kalmamış, dilekler yarım. Dev dalgalarla her çarpıştığında biraz daha boğulmuş, biraz daha yorulmuş, boynuna halka halka dolanmış hayat. Üçüncü çeyreğinin sonlarına doğru ömrünün, dinginlik dilemekteydi. Kıyıya vurduğunda, turuncu saçlarından süzülen damlalar, avuçlarından kayan sarı kum taneleri. Yine mi gün aydınlanmakta? Güneşin merhabasındaydı sanki sıra.
Deniz kabukları ısınırken güne, üzerine uzandı kuramadığı hayallerinin, yüzü göklerin mavisine hasret kalmış, unuttuğu uzun yürüyüşlerin tadı damağında, aklı, tahliye yarınlarında.
Bir ayin edasında, aldanmış Adem' in oğulları, aldanmış Havva' nın kızları ve şeytanın bedenlenmiş çocuklarıyla, yukarıdan bir kez salıverildiği yolda, zincirlerinin boşa çıkmasını iple çekmişti. Ve zaman; tam da o zaman! Saya saya, üstünü çize çize göğüslediği, nihayetinde atlattığı, vücudunu sarsan, tutan ilahi zelzelenin son bulduğu zaman işte. Tam da terk ettiği yerde, huzurun, ıslak ve renkli çakıl taşlarına yeniden ışık saçmaya başladığı zaman. Hoşgeldin. Bir yudum su. Bir lokma ekmek. Ve elindeki, son çeyrek.
Ömrünüz mucizelerle dolsun!
Özlem KOÇ