Zamanın fısıldadığı gizem
Mustafa Şahin Bülbül
Kumların arasından esen rüzgar, geçmişin fısıltılarını taşıdı. Ay ışığı, kumsalın üzerine serilmiş kadim sembolleri aydınlatırken, kayıp bir zamanın izleri belirdi. Yıldızlar, gökyüzünde dans ederken, uzaklardan gelen bir melodi duyuldu. Bu melodiyi sadece ruhu arayışta olanlar duyabilirdi.
Karanlık bir ormanın derinliklerinde, yaşlı bir ağaç vardı. Bu ağaç, yüz yıllardır orada duran ve kimsenin bilmediği sırları saklayan bir varlıktı. Her yaprağında farklı bir hikaye, her kökünde farklı bir kader gizliydi. İnsanlar bu ağacın yanından geçerken, bir an için durup ona baktıklarında kalplerinde tuhaf bir his hissederlerdi. Ancak hiçbir zaman nedenini tam olarak anlayamazlardı.
Gökyüzünde süzülen bir kuş, bilinmeyen bir diyara doğru yol alırken, yer altındaki sessiz şehirlerin yankısını taşıyordu kanatlarında. Bu şehirler, zamanın ve mekanın ötesinde, varlıklarını sürdüren yerlerdi. Orada yaşayanlar, dünya yüzeyinde olan biteni izler ve kendi hikayelerini dokurlardı. Ancak bu hikayeler, yalnızca gecenin en karanlık anlarında ve en derin rüyaların ortasında ortaya çıkardı.
Bir nehrin kıyısında, eski bir taş köprü vardı. Köprünün altından akan su, zamanın akışını simgelerken, köprünün kendisi iki dünya arasındaki geçişi temsil ediyordu. Bu köprüden geçen her yolcu, geçmişin yükünü omuzlarında taşıyarak yeni bir başlangıca doğru adım atardı. Fakat köprünün ortasında durup aşağıya bakanlar, suyun yansımalarında kendi kaderlerini görebilirlerdi.
Gizem, her köşede, her taşın altında, her rüzgarın esintisinde saklıydı. Onu bulmak isteyenler, gözlerini kapatıp kalplerinin sesini dinlemek zorundaydılar. Çünkü gerçek anlam, sadece sessizliğin içinde, gölgelerin ardında saklıydı.