Otizmli Çocuklarda Okul-Aile İşbirliği

Mustafa Şahin Bülbül

Mustafa Şahin Bülbül

04.02.2025 09:07

Otizm tanısı konulmuş çocuklarla ilgili MR çalışmalarının ortaya koyduğu bulgular, iletişim kanallarının diğer yaşıtlarına kıyasla daha zayıf çalıştığını göstermektedir [1]. Bu durum, çocuğun dışarıdan gelen uyaranlara kısmen "kapalı" bir sistem gibi davranmasına yol açar ve ailelerde kaygı uyandırır. Birçok anne, "Ben ölünce çocuğuma kim bakacak?" korkusu yaşarken, aynı zamanda diğer çocuklarıyla yeterince ilgilenemedikleri düşüncesiyle suçluluk hisseder. Otizmli bireylerin ilişki kurmayı tercih etmemeleri, çeşitlilik ve tutarsızlık içeren sosyal ilişkilerin onlar için fazla karmaşık ve yorucu olmasından kaynaklanır. Daha sistematik ve düzen odaklı bir beyne sahip olmaları, rutinlere sıkı bağlılık, sınırlı ilgi alanı ve tekrarlayıcı davranışlar gibi tanılamakta kullanılan göstergelerde de kendini gösterir [2]. Aslında yaşadıkları sorunların büyük bir bölümü "yanlış ya da eksik kodlama" şeklinde açıklanabilir; doğru bir bakış açısı veya anlatım, bu davranışları büyük ölçüde dönüştürme potansiyeline sahiptir.

Öte yandan, otizmli çocukların duyusal uyaranlara aşırı veya düşük tepki vermesi, toplum tarafından çoğu zaman "problemli" bir davranış olarak algılansa da, bu aslında son derece değerli becerilerin habercisi de olabilir. Örneğin, koku hassasiyeti olağanüstü bir yetenek olabilir ve kötü kokuyla baş etme stratejileri geliştirildiğinde bu durum, söz konusu hassasiyeti avantaja dönüştürebilir. Ancak ne yazık ki, "Şunu içir iyileşir" ya da "Şu kadar para ver, tamamen düzelir" gibi söylemlerle ailelerin umudunu suistimal eden ve bilimsel temele dayanmayan yaklaşımlar oldukça yaygındır. Oysa otizm, bireyin duyusal dünyasını ve beyin işleyişini farklı kılan bir durumdur; bu sebeple, çocuğun tüm potansiyelini ortaya koyması ancak bilimsel veriler ışığında, sabırlı ve destekleyici bir yaklaşım ile mümkün olur. Hem ebeveynler hem de eğitimciler, iletişim ve ilişki kurma konusunda net, sistematik ve anlayışlı bir dil kullanarak çocuğun sosyal çevresini onun ihtiyaçlarına uyarlamalıdır [3].

En nihayetinde, birey, aile, sınıf ve toplum hepimiz için zamanla karmaşıklaşan etkileşim ağlarını ifade eder. Ancak toplumsal koşullar bizleri gittikçe sınırlı ilişkilere zorlarsa, otizmli bireylerin doğal özellikleri daha belirgin hale gelebilir ve "otizmli bir toplum" oluşumuna doğru yol alabiliriz. Bu nedenle, yalnızca otizmli çocukların değil, aslında herkesin gelişimine uygun, kapsayıcı ve esnek bir toplumsal yapıya ihtiyaç vardır [4]. Hem aileler hem de eğitim kurumları, otizmli bireylerin düzenli ve bütüncül destek alabileceği, özgünlüklerini kaybetmeden potansiyellerini ortaya koyabilecekleri ortamlar oluşturmakla yükümlüdür. Bu yaklaşımın benimsenmesi, hem otizmli bireylerin hem de onların ailelerinin gelecek kaygılarını azaltır ve iletişim kanallarını güçlendirerek yaşam kalitesini yükseltir.

Toplumun giderek daha fazla farkına vardığı, ancak hâlâ birçok yanlış anlaşılmanın bulunduğu Otizm Spektrum Bozukluğu (OSB), erken tanı ve doğru yaklaşımlarla çocukların yaşama katılımını büyük ölçüde kolaylaştırabilir. "Spektrum" kavramı, otizmin tek bir biçimi olmadığına ve her çocuğun farklı şiddette belirtiler gösterebileceğine işaret eder [5]. Kimi çocuk sosyal iletişimde ciddi güçlük yaşarken kimisi daha hafif belirtilerle günlük yaşamda görece rahat işlev görebilir. OSB'li çocukların bir kısmı konuşma becerisinde gecikme yaşayabilirken bir kısmı erken yaşta okuma-yazma gibi gelişmiş beceriler sergileyebilir. Bu nedenle ebeveynlerin ve eğitimcilerin, her çocuğu yakından gözlemleyerek bireysel ihtiyaçlarını tespit etmesi son derece önemlidir.

Belirtiler arasında göz teması kurmada zorluk, akranlarla etkileşimde sınırlılık, tekrarlayıcı davranışlar ve rutin değişikliklerine karşı aşırı tepki gösterme gibi durumlar yer alabilir. Bu noktada, her çocuğun kendine özgü ilgi alanları ve farklılıkları olduğunun altını çizmek gerekir. Çocuğu iyi tanıyan bir uzman veya eğitimci, ihtiyaç duyduğu destekleri bireyselleştirerek sunabilir. Ailelerin de bu süreçte aktif rol alarak çocuklarının sosyal, duygusal ve akademik gelişimine katkıda bulunması büyük önem taşır [6]. Okul ortamında ise görsel destekler, sosyal beceri eğitimi ve bireysel planlamalar gibi düzenlemeler yapılabilir. Böylece çocuk, kendi potansiyelini daha rahat ortaya koyabilecek bir öğrenme ortamına kavuşur.

Erken tanı, OSB'li çocukların gelecekteki yaşam kalitesini belirgin şekilde etkiler. Tanı ne kadar erken konulursa, eğitim ve terapi yöntemleri o denli hızlı devreye sokulabilir ve çocuk gelişiminin kritik dönemlerinde gerekli destekleri alabilir [1]. Bu süreç aynı zamanda aileleri de bilinçlendirerek, onları uzmanlar ve diğer destek mekanizmalarıyla buluşturur. Böylelikle, ebeveynler kendilerini yalnız hissetmeden, çocuğun ihtiyaçlarına yönelik en doğru adımları atabilir. Unutmamak gerekir ki, OSB tanısı alan her çocuk, doğru eğitim ve sevgiyle gelişim yolunda önemli mesafeler kat edebilir [7]. Dolayısıyla toplumun her kesiminde otizme yönelik olumlu farkındalığın artması, çocukların potansiyelini açığa çıkaracak fırsatların ve desteklerin çoğalmasını sağlayacaktır.

Okul-aile işbirliği, otizmli çocukların eğitiminde temel bir gereklilik olarak öne çıkar. Bu süreçte okul ve aile arasındaki iletişimin güçlü olması, çocuğun ihtiyaçlarının doğru tespit edilmesi ve bu ihtiyaçlara uygun desteklerin zamanında sağlanması açısından kritik bir öneme sahiptir. Çünkü aile, çocuğunu en yakından tanıyan ve onun duygusal, sosyal, gelişimsel özelliklerini günlük hayatta deneyimleyen bir birimken, okul ise bu bilgileri profesyonel bir bakış açısıyla bütünleştirerek akademik ve sosyal öğrenme fırsatlarını zenginleştirebilir [8]. Öğretmenlerin ve diğer okul personelinin aile ile düzenli ve yapıcı bir şekilde bilgi paylaşması, çocuğun eğitim hedeflerinin gerçekçi ve döneme uygun olarak belirlenmesine olanak tanır. Özellikle otizm spektrum bozukluğu tanısı alan çocuklarda, her çocuğun kendine özgü farklılıkları ve öğrenme stilleri olabileceğinden, bu bilgilerin bir araya getirilmesi ve ortak bir yol haritası oluşturulması hayati önem taşır.

Bu işbirliği yalnızca akademik boyutla sınırlı kalmayıp, aynı zamanda çocuğun sosyal ve duygusal gelişimini de derinden etkiler. Ailenin ev ortamında gözlemlediği davranışlar ve duygusal tepkiler, okulun rehberlik servisi veya öğretmenleri tarafından incelenerek destek programlarına yansıtılabilir. Buna karşılık, okulda edinilen deneyimler ve gözlemler de aileyle paylaşılır ve böylece çocuğun farklı ortamlardaki tepkileri arasında tutarlılık sağlanır [9]. Örneğin, sosyal becerilerde zorluk yaşayan otizmli bir çocuk, okulda yürütülen grup etkinlikleri ile evdeki aile etkinlikleri arasında benzer beceriler geliştirmeye teşvik edilirse, ilerleme daha hızlı ve bütüncül olur. Akademik anlamda da bu yaklaşım, çocuğun güçlü yanlarını destekleyerek başarısını artırırken, güçlük çektiği noktalarda erken müdahaleye imkân verir. Böylece çocuğun özgüveni ve okula olan aidiyet duygusu yükselir, sosyal çevreye uyum becerileri güçlenir.

Ortak hedef belirleme ve paylaşılmış sorumluluk ise bu sürecin sürdürülebilirliği açısından en önemli unsurlardan biridir. Okul ve aile, çocuğun ihtiyaç ve potansiyelini değerlendirdikten sonra, hangi konularda gelişim sağlanacağına ve bu gelişimin nasıl destekleneceğine birlikte karar vermelidir. Bu, gerek akademik performans, gerek sosyal etkileşim, gerekse günlük yaşam becerileri için ortak bir plan oluşturmayı gerektirir. Hedeflere ulaşmada hem okulun hem de ailenin üzerine düşen farklı sorumluluklar bulunur; aile, ev ortamında gerekli düzenlemeleri yapıp çocuğun sosyal ve duygusal ihtiyaçlarına yanıt verirken, okul ise profesyonel destek ve uygun öğrenme ortamları sunar. Böylece iki tarafın da çabaları birbirini tamamlar ve çocuğun gelişimi için sürdürülebilir ve etkili bir destek sistemi kurulmuş olur.

Otizmli çocukların eğitim sürecinde okul-aile işbirliği, en etkili sonuçları genellikle düzenli ve planlı görüşmelerle ortaya çıkarır. Aile ve öğretmenlerin görüşme takvimlerini önceden belirlemesi, görüşmelerin verimli ve sistemli bir şekilde ilerlemesine olanak tanır. Örneğin, her ayın belirli bir gününde veya dönemin başında ve sonunda düzenlenecek görüşmeler, her iki tarafın da hazırlıklı gelmesini ve çocukla ilgili güncel bilgileri sağlıklı şekilde paylaşmasını sağlar. Bu görüşmeler sadece çocuğun akademik durumunu değil, aynı zamanda sosyal gelişimi, iletişim becerileri ve duygusal ihtiyaçları hakkında kapsamlı bilgi alışverişine olanak vermelidir. Otizmli çocuklarda ihtiyaçlar ve gelişim hızla değişebileceğinden, düzenli görüşmeler güncel sorunların hızla tespit edilip çözümler üretilmesini kolaylaştırır.

İletişimde kullanılabilecek çeşitli kanallar ve yöntemler de aile-öğretmen etkileşimini güçlendirir. Örneğin, düzenli e-posta/anlık mesajlaşma sistemleri yoluyla kısa bilgilendirmeler yapmak veya çocuğun gün içindeki deneyimlerini aktarmak, ailelerin her an sürece dâhil olabilmesini sağlar. Not defteri veya dijital platformlar, okulda yaşanan olumlu veya zorlu durumların anında not edilerek ebeveynlere iletilmesine yardımcı olur. Bu yöntemle, aileler de aynı deftere evdeki gözlemlerini veya sorularını ekleyerek öğretmenle sürekli bir iletişim döngüsü oluşturabilir. Ayrıca telefon görüşmeleri veya görüntülü aramalar da özellikle hızlı müdahale gerektiren acil durumlarda son derece faydalıdır. Böylece aile, anlık gelişmeleri yakından takip ederken, öğretmen de ev ortamındaki değişiklikler ve çocuğun duygusal durumu hakkında daha gerçekçi bilgilere erişebilir.

Etkili iletişimin ve düzenli bilgi paylaşımının olmazsa olmazı, her iki tarafın da ihtiyaç ve beklentilerini açıkça ifade edebilmesidir. Otizmli bir çocuğun ailesi, çocuğun hangi konularda zorlandığını ve hangi alanlarda daha fazla desteğe ihtiyaç duyduğunu açıkça belirtmelidir. Aynı şekilde öğretmen de çocuğun sınıf içindeki davranışları, öğrenme hızı veya sosyal etkileşimdeki zorlukları konusunda aileyi düzenli olarak bilgilendirmeli ve çözüm önerileri sunmalıdır. Bu sayede aile, evde yapabileceği destekleyici faaliyetleri daha net bir şekilde planlayabilir. Öğretmen de ailenin beklentileri doğrultusunda sınıf içi düzenlemeler veya ek çalışmalar yaparak çocuğa uygun öğrenme fırsatları yaratabilir. Karşılıklı ve şeffaf bir paylaşıma dayalı bu yaklaşım, okul-aile işbirliğinin temelini güçlendirir ve otizmli çocuğun gelişim sürecinde tüm paydaşların üzerlerine düşen sorumlulukları bilinçli ve etkin bir şekilde yerine getirmelerine olanak tanır.

Sınıf içinde otizmli çocuklara yönelik destekleyici eğitim uygulamaları, çocuğun bireysel ihtiyaçlarını ve ilgi alanlarını esas alan düzenlemelerle başlar. Görsel destekler, öğrenme sürecini somutlaştırarak çocukların dikkatini çekmeye ve süreci takip etmelerine yardımcı olur; örneğin günlük rutinleri veya ders akışını resimler ve sembollerle göstermek, belirsizlik kaygısını azaltabilir. Bireyselleştirilmiş eğitim planları (BEP), her çocuğun gelişim seviyesine ve öğrenme hızına uygun hedefler belirleyerek, bu hedeflere ulaşmak için özelleştirilmiş etkinlikler ve değerlendirme yöntemleri kullanmayı içerir. Akran desteği ise otizmli çocuğun sosyal etkileşimini ve iletişim becerilerini artırmak açısından son derece etkilidir; akranların yönlendirdiği grup çalışmaları veya "arkadaş eşleştirme" yöntemiyle, çocuk sınıf ortamında daha fazla etkileşim kurma fırsatı bulur. Bu sayede hem akademik konular hem de sosyal beceriler doğal yollardan pekişir.

Evde uygulanan davranış ve beceri kazandırma çalışmaları da okulda yürütülen programları tamamlayıcı nitelikte olmalıdır. Örneğin, okulda edinilen yeni iletişim veya öz bakım becerileri, ev ortamında tekrar edilmeli ve rutin hale getirilmelidir. Ailelerin, çocuğun başarılarını küçük ödüllerle ya da olumlu geri bildirimlerle desteklemesi, otizmli çocukların motivasyonunu ve öğrenme sürecindeki kararlılığını artırır [10]. Bunun yanı sıra, görsel ipuçları veya çizelgeler kullanarak çocuğun gün içindeki sorumluluklarını takip etmesine yardımcı olmak, hem düzenli bir yaşam alanı oluşturur hem de bağımsızlık duygusunu pekiştirir. Özellikle davranış yönetimi sürecinde tutarlı kuralların ve net beklentilerin belirlenmesi, çocuğun hangi davranışın kabul edilebilir olduğunu daha kolay kavramasını sağlar.

Bu tutarlılığın sürdürülebilmesi için okul ve ev ortamı arasında güçlü bir koordinasyon kurulması şarttır. Öğretmenlerin aile ile düzenli olarak iletişim kurarak, sınıf içinde uyguladıkları stratejiler ve çocuğun gelişimi hakkında bilgi vermesi, ailenin de bu stratejileri evde uyarlamasını kolaylaştırır. Aynı şekilde, aile de evdeki gözlemlerini ve yeni ortaya çıkan ihtiyaçları öğretmenle paylaşarak, eğitimin her iki ortamda da aynı hedeflere yönelik ilerlemesini sağlar. Tutarlılık ilkesine uygun olarak her iki tarafta da benzer ödül, uyarı ve destek mekanizmalarının kullanılması, otizmli çocuğun uyum sürecini önemli ölçüde hızlandırır. Böylelikle çocuğun hem akademik hem de sosyal gelişimi, ortak hedefler doğrultusunda daha sağlam temeller üzerinde ilerler ve okul-aile işbirliği gerçek anlamda etkin bir güce dönüşür.

Otizmli çocukların okul-aile işbirliği sürecinde karşılaşılan en temel zorluklardan biri, önyargılar ve iletişim engelleridir. Hem okul personelinin hem de ailenin otizme dair yeterli bilgiye sahip olmaması veya yanlış bilgilerle hareket etmesi, karşılıklı güvensizlik ve çekingenliğe yol açabilir. Örneğin, aileler öğretmenlerin anlayışı konusunda endişe duyarken, öğretmenler de ailenin işbirliği yapmayacağı yönünde ön yargılar geliştirebilir. Bu tür algılar, çocuğun ihtiyaçlarını belirleme ve uygun eğitim planını oluşturma sürecini olumsuz etkiler. Dolayısıyla, farkındalığı artıracak bilgilendirme toplantıları, seminerler veya yazılı kaynaklar sunmak, yanlış anlamaları gidermek ve samimi bir diyalog ortamı yaratmak açısından kritik öneme sahiptir. İletişim engellerini aşmanın bir başka yolu da açık, düzenli ve çok yönlü bilgi paylaşımıdır; ebeveynler ile okul personelinin birbirinin önerilerine kulak vermesi ve ortak bir çözüm arayışına girmesi, önyargıları büyük ölçüde azaltır.

Bunun yanı sıra, yoğun müfredat ve kaynak eksikliği gibi kurumsal sorunlar da hem ailelerin hem de öğretmenlerin işbirliği çabalarını zora sokabilir. Bazı okullarda yeterli sayıda uzman ya da gerekli altyapı olmadığından, otizmli çocukların özel ihtiyaçlarına odaklanmak güçleşir. Ayrıca, sınıf mevcudunun yüksek olması veya öğretmenin üzerindeki iş yükü, bireyselleştirilmiş eğitim uygulamalarına zaman ayırmayı kısıtlayabilir. Bu noktada, okul yönetimlerinin ve ilgili kurumların ek destek sağlaması; örneğin rehberlik servisine uzman desteği alma, sınıfları küçültme ya da alternatif eğitim materyallerini finanse etme gibi adımlar atması gerekir. Böylelikle, öğretmenler planladıkları eğitim ve destek çalışmalarını hayata geçirmek için daha elverişli bir ortama kavuşurken, ailelerin de beklentileri karşılanmış olur. Kaynak yetersizliğini aşmak için gönüllü kuruluşlar veya topluluk kaynakları da devreye sokulabilir; yerel dernekler, üniversitelerin özel eğitim bölümleri ya da uzman terapistler, işbirliği modelleriyle süreci destekleyebilir.

Tüm bu zorlukların üstesinden gelmek adına, rehberlik servisi, uzman danışmanlık ve veli grupları gibi destek mekanizmalarının etkin kullanımı büyük önem taşır. Rehberlik servisleri, çocuk için hazırlanan bireyselleştirilmiş programların takibini yapabilir ve ihtiyaç duyulan alanlarda öğretmen-aile arasındaki koordinasyonu sağlayabilir. Uzman danışmanlar—psikologlar, özel eğitim uzmanları veya dil ve konuşma terapistleri—çocuğun gelişimini yakından izleyerek, hem öğretmene hem de aileye öneriler sunabilir. Veli grupları ise deneyim paylaşımı ve moral desteği açısından kıymetlidir; aileler benzer süreçlerden geçen diğer ailelerle bir araya gelerek duygusal ve pratik bilgi paylaşımında bulunabilir. Bu şekilde oluşturulan sürdürülebilir işbirliği modelleri, kısa süreli çözümler yerine kalıcı ve uzun vadeli destek mekanizmaları sağlar. Otizmli çocukların ihtiyaçları her dönemde farklılaşabildiğinden, bu dayanışma ve bilgi alışverişi kültürü kalıcı hale geldiğinde, çocukların eğitim yolculuğu daha sağlam ve istikrarlı bir zemine oturur.

Kaynakça

[1] Kaustubh Supekar, John Kochalka, Marie Schaer, Holly Wakeman, Shaozheng Qin, Aarthi Padmanabhan, Vinod Menon, Deficits in mesolimbic reward pathway underlie social interaction impairments in children with autism, Brain, Volume 141, Issue 9, September 2018, Pages 2795–2805, https://doi.org/10.1093/brain/awy191

[2] Edition, F. (2013). Diagnostic and statistical manual of mental disorders. Am Psychiatric Assoc, 21(21), 591-643.

[3] Aspiranti, K. B., Larwin, K. H., & Schade, B. P. (2020). iPads/tablets and students with autism: A meta-analysis of academic effects. Assistive Technology, 32(1), 23-30.

[4] Guest, E. (2020). Autism from different points of view: Two sides of the same coin. Disability & Society, 35(1), 156-162.

[5] Lord, C., Elsabbagh, M., Baird, G., & Veenstra-Vanderweele, J. (2018). Autism spectrum disorder. The lancet, 392(10146), 508-520.

[6] Garbacz, S. A., McIntyre, L. L., & Santiago, R. T. (2016). Family involvement and parent–teacher relationships for students with autism spectrum disorders. School Psychology Quarterly, 31(4), 478.

[7] Sharma, S. R., Gonda, X., & Tarazi, F. I. (2018). Autism spectrum disorder: classification, diagnosis and therapy. Pharmacology & therapeutics, 190, 91-104.

[8] Burke, M. M., Rios, K., Garcia, M., & Magaña, S. (2020). Examining differences in empowerment, special education knowledge, and family–school partnerships among Latino and White families of children with autism spectrum disorder. International Journal of Developmental Disabilities, 66(1), 75-81.

[9] Loveland, K. A. (2005). Social-emotional impairment and self-regulation in autism spectrum disorders. Emotional development: Recent research advances, 365-382.

[10] Bottini, S. (2018). Social reward processing in individuals with autism spectrum disorder: A systematic review of the social motivation hypothesis. Research in autism spectrum disorders, 45, 9-26.

title