Mustafa Şahin Bülbül

Gürültünün Usulca Müzik Oluşu

12.08.2025 16:17
Haber Detay Image

Şehrin sabahı: kepenk sesi, fren cızırtısı, uzaktan bir martı… Hepsi ses. Ama hangisi müzik? Kulağımız ile zihnimiz arasındaki o kısa, ama şaşırtıcı derecede yaratıcı mesafede bir şey olur: Ses, örüntüye kavuşur; örüntü, beklenti kurar; beklenti, küçük sürprizlerle beslenir — ve biz buna "müzik" deriz.

Müziği çoğu zaman "güzel seslerin toplamı" sanırız. Oysa mesele "güzellikten" önce örgütlenme ve niyet meselesidir. Bir sesin müzikleşmesi, dört ince ayarın tutturulmasıyla mümkün olur: Periyodiklik (perde/ritim ekseni), zaman içinde hiyerarşi (vuru–ölçü–cümle), beklenti–sürpriz dengesi (ne kadar öngörülebilirlik, ne kadar bilinmezlik?) ve bağlam/niyet (bu ses, dinlenmek üzere mi doğdu, yoksa yoldan geçen bir kazayla mı kulağımıza çarptı?). Gürültü bu dört eksende örgütlenmeye başladıkça usulca müziğe doğru yürür.

"Anlaşılan" ve "anlaşılmayan" müzik ayrımı da burada devreye girer. Ben bu ayrımı pek sevmem. Daha doğrusu, anlaşılmayan müzik yoktur; henüz o müziği anlamlandırmaya yarayacak zihinsel modelimiz yoktur. Dil öğrenmek gibi düşünün: İlk gün karmakarışık duyulan sesler, üçüncü ayın sonunda kelimeye, altıncı ayda cümleye dönüşür. Müzik de aynıdır; bir tarzın ritim ve perde istatistiklerine ne kadar maruz kalırsanız, o kadar "anlaşılır" hâle gelir. Kulağımız sadece duyan bir organ değil, aynı zamanda öğrenen bir organdır.

Peki bilgisayarın —daha doğrusu algoritmaların— yaptığı şey müzik midir? Benim cevabım şu: Olabilir. Çünkü müziğin özünde "kim üretti?"den çok "nasıl örgütlendi ve nasıl sunuldu?" soruları yatar. Eğer algoritma, insan işitsel sisteminin tutamak bulabildiği ipuçlarını (perde ilişkileri, ritmik düzen, tını dramaturjisi) taşıyan bir örüntü kuruyor, bunu bir niyet içinde (dinlemek/deneyimlemek üzere) sunuyor ve ortada bunu "müzik" olarak alımlayan bir dinleyici topluluğu varsa, o şeyi müzik saymak için temel koşullar sağlanmıştır. Tam tersine, sırf veriyi sese çevirip (örneğin bir borsa grafiğini doğrudan bip'lere) algısal örgüt eklemeden yayıyorsanız, orada daha çok bir gösterim (demonstrasyon) vardır; müziksel işlev, niyet ve topluluk kabulü zayıftır.

Müziği duyguyla eşitlemek de yanıltıcı olabilir. Duygu, çoğu kez kulağın yakaladığı kalıpların dinleyicinin belleği ve bağlamlarıyla çarpışmasından doğar. Aynı armoni birinde hüzün, diğerinde dinginlik uyandırabilir; çünkü geçmişlerimiz farklıdır. Bu yüzden "algoritma duygu taşıyamaz" itirazı, bence meseleyi tersinden okur. Asıl soru şudur: Algoritmanın kurduğu örüntü, insan işitmesinin kolayca keşfedebileceği bir beklenti–sürpriz oyunu kuruyor mu? Cevap evetse, duygulanım da gelecektir; çünkü duyguyu tetikleyen tetikleyiciler —beklenti, geciktirme, çözülme, yoğunluk— gayet somut ve tasarlanabilir şeylerdir.

Bir parantez de "sessizlik" için açayım. Sessizlik çoğu zaman yokluk sanılır; hâlbuki biçimsel bir rolü olduğunda gayet somuttur: Nefes aldırır, gerilim kurar, alan açar. Sessizliği doğru yere yerleştirmek, bazen yüz notanın yapamadığını tek başına yapar. Bu da yine örgütlenmenin gücü: Sesin yokluğunu bile bir olaya dönüştürmek.

Eğitim tarafında, kulağı eğitmenin hızlı yolları var. Beyaz bir gürültüye düzenli vurular (periyodik darbeler) eklersiniz; bir anda tempo hissi doğar. Aynı gürültüyü dar bir frekans bandında filtrelersiniz; kulağınız "perde" algılar. Sonra bu iki ipucunu —vuru ve perde— küçük tekrar–varyasyon oyunlarıyla birleştirirsiniz; ortaya form çıkar. Basamak basamak, "hiçbir şey"den "bir şeyler"e, oradan "hikâye"ye yürürsünüz. Müzik işte bu yürüyüştür: Hiçlikten hikâyeye.

Yine de bir tehlike var: Teknoloji hızlandıkça, üretimin kendisi "hız"a benzemeye başladı. Hız, bazen düşünmenin düşmanıdır. Otomasyon, kulaklarımızı bir süre sonra "tüketici kulak"a dönüştürür; "üreten kulak" yerini terk eder. Bu yüzden ben, yapay zekânın müzikte —ve genelde sanatta— yaratıcı ortak rolü oynamasından yanayım. Önerisini, gerekçesiyle birlikte sunan; "bunu böyle yaptım çünkü şu beklentiyi kurup şu sürprizi hazırlamak istedim" diyebilen bir yardımcı. Kendi beğenimizi askıya alıp modelin beğenisini kopyalamak yerine, modeli sorgulayan ve birlikte karar veren bir zihinle çalıştığımızda, teknoloji bizi yutmaz; bizi genişletir.

"Anlaşılan/anlaşılmayan" tartışmasına geri dönersek… Bir müziği anlamak, çoğu kez onu duymaktan daha uzun sürer. Çünkü anlamak, onu nerede tutacağımızı bilmeyi gerektirir: Hangi ritim diline, hangi tını ailesine, hangi duygusal atmosfere ait? Müzik eğitimi —ister sınıfta, ister evde— işte bu haritaları verir. Harita olmadan, kulak ormanda kaybolur; haritayla, aynı orman içinde yolculuk bir keşfe dönüşür.

Peki gürültü nerede biter, müzik nerede başlar? Net bir sınır çizgisi yok. Bu daha çok bir eşik meselesi: Periyodiklik eşiği, hiyerarşi eşiği, beklenti eşiği ve bağlam eşiği. Eşikleri aştıkça müziğe yaklaşırız. Bazen tek bir ipucu bile yeter. Bir davulcunun bagetini milisaniyelerle "önden" ya da "geriden" çalması, bütün parçanın hissini değiştirir. Bu mikro zamanlama, kâğıt üzerinde "hata" gibi görünür; ama kulağımız onu "hayat" olarak duyar.

En çok sorulanlardan biriyle bitireyim: "Bilgisayarın yazdığına neden müzik diyelim?" Çünkü müziği müzik yapan, üreticinin karbon ya da silikon olması değil; insan kulağında örüntü olarak yakalanması, insan topluluğunda paylaşılması ve bir niyet içinde yaşamasıdır. Elbette, bir sınır da çiziyorum: Salt sayısal iskelet, algısal dramaturji olmadan, tek başına müzik değildir. Niyet ve bağlam şarttır. Ama bunlar sağlandığında, neden olmasın? İyi bir yazılım, kötü bir müzisyenden daha iyi duyabilir; kötü bir yazılım, iyi bir müzisyenle birlikte daha iyi düşünebilir. Mesele birlikte nereye varmak istediğimizdir.

Günün sonunda müzik, kulağımızın matematiği ile kalbimizin biyolojisi arasında kurduğumuz bir uzlaşmadır. Gürültü, düzenle temas ettikçe, düzen de küçük pürüzlerle nefes aldıkça bu uzlaşma güzelleşir. Şehrin sabahındaki o kepenk sesi, doğru yere konduğunda bir giriş olabilir; fren cızırtısı, doğru anı beklediğinde bir gerilim; martı, yerinde kullanıldığında bir nakarat… Sesler zaten orada. Onları müzik yapan, bizim nasıl dinlediğimiz ve onlara nasıl yer açtığımızdır.

Yazarın Tüm Yazıları

title