Haberler

“Ya dinden çıkacaktım ya da Diyanetten”

Muhammed Furkan Güneş

Muhammed Furkan Güneş

14.09.2024 04:04

Kelime-i Şehadetin önemi ve fazileti elbette ki tartışılmaz, dinin temelini oluşturan iki temel teslimiyetin ifadesidir. Farklı bölge ve mezheplerde farklı şekillerde ifade edilebilir.

Kimi "La ilahe illallah Muhammedun Rasululullah" derken kimisi de "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh." Diye zikreder.

Anlamı itibariyle "Allah'tan başka ilâh bulunmadığına ve Hz. Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna gönülden inanır, sözle de ifade ederim" demektir.

Kelime-i Şehadet İslam dinin girişi ve çok önemlidir elbette ama bunu küçük farklarla farklı bir biçimde dile getirmek o kadar da önemli değildir.

Türkiye'de din deyince en tepe kurumun başkanı, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, bunu alışılagelen biçimiyle "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh." değil de "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden resûlüh" şeklinde ifade edince sosyal ağlarda ve haber kaynaklarında Erbaş'ın Kelime-i Şehadet'i yanlış söylediği iddia edilmeye başlandı.

İddia aslında bilim fukarası fikir budalası tiplerin lakırdısı olmaktan öteye geçmeyecek bir iddia. Benim şaşırdığım bu değil aslında.

Bundan daha evvel Diyanet İşleri Kurumu ve başkanı ile ilgili iddiaların şu boş lakırdı kadar irdelenmeyen ve tartışılmayan, bir yıldan fazladır diyanet çalışanlarınca bas bas dillendirilen diğer iddialar.

Dini kabuktan, sembollerden kelimelerden ezberlerden ibaret sanıp, içerikten yoksun bırakanların, tüm o iddiaları, şu başta ifade ettiğim iddia kadar ciddiye almamalarına şaşırıyorum.

Henüz birkaç ay önce Yunus Emirhan Kılıç isimli, 13 yıllık bir imamın iddiaları, yenir yutulur gibi değil ki gündeme getirilmesine rağmen yalanlanmamış. Bu haberleri tartıştığımız yok, Kurumdan ve başkandan hesap soran yok ama bir kelime farkıyla getirilen şehadetin yanlış olduğunu tartışıyoruz.

Kılıç, kurumda liyakat ve şeffaflık olmadığını, Başkan Erbaş'ın birçok akrabasını, işe aldığını bununla da yetinmeyip 9 bin euroluk maaşlarla yurtdışında görevlendirdiğini, kızını vaize, yeğenini müezzin, kuzenini müşavir olarak atadığını söylemişti.

Yetmemiş, 'Diyanet'in Hanımefendisi' denilen Başkanın eşiyle ilgili de farklı iddialar ortaya atmış resmi görevi olmadığı halde sırf başkanın eşi olduğu için korumasına çantasını taşıttığı ve Sultan Ahmet Camisini basıp akrabası olan imamın, cami cemaatinin önünde göğsünü yumrukladığını iddia etmişti.

İddialar bununla da bitmiyor, Diyanete siyasetin müdahalesi ile ilgili de "En altta ki personelin atamasında bile siyaset müdahele ediyor. Bir siyasetçi camiye geldiğinde ezan 10 dakika geç okutuluyor." Demişti İmam Kılıç.

En acısı ise Emekli İmam Ömer Karadağ'ın bir cümlesi "Ya dinden çıkacaktım ya da diyanetten"

Diyanetteki kadrolaşma, israf gibi sorunların temelini akedemisyenlere bağlayan imamlar "Öğrenci okutması gereken akedemisyenler diyanet işleri başkanlığını kendilerine bir rant kapısına çevirmişler" diyor. Ve şöyle bir örnek veriyorlar "Eskiden İstanbul'da 1 müftü 4 müftü yardımcısı varken şimdi 11 yardımcı ve 6 şube müdürü bulunuyor ve aynı lojmanda oturan 4 yardımcının her biri ayrı makam araçlarıyla müftülüğe gidiyor."

Peki, tüm bu talan neyle yapılıyor dersiniz? Diyanet vakfı tarafından Cuma günleri camilerden toplanan yardımlar bu talana, israfa mı gidiyor?

Tabi bunlar önemsiz, daha önemlisi neymiş, Başkan Erbaş Kelime-i Şehadeti yanlış mı okudu?

title