Kirli ve sihirli
Muhammed Furkan Güneş
2. Dünya Savaşından sonra, milletler kendilerinin temsili devletler eliyle bir araya gelmiş ve birbirlerine yaptıklarını düşünüp, bu böyle olmaz demişler.Bu dünyayı ve hayatımızı cehenneme çevirdik babında bir muhasebe ve Birleşmiş Milletler aracıyla bir İnsan Hakları Bildirgesi hazırlamışlar.
"İnsanlık ailesinin bütün üyelerinin doğal yapısındaki onuru ile eşit ve devredilemez haklarını tanımanın dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğunu" söyleyip bunu korumak için, bütün halklar ve uluslar için bir ortak başarı ölçüsü olarak bu insan Hakları Evrensel Bildirgesini ilan etmişler.
İnsan özgürdür ve birbirine kardeşçe davranmalıdır, herkes ırkı, dini, milleti vs. ne kadar ayrım varsa özgürlükte eşittir demişler. Herkesin yaşam güvenlik hakkı vardır demişler. Ve art arda 30 madde sıralayıp 1948 de imzalamışlar.
Ve o gün tüm dünyada 10 Aralık İnsan Hakları Günü olarak kutlanmaya başlamış.
Ve 76 yıl sonra, bu özel günde içinde yaşadığımız ve de önümüze düşen tablo, içerdiği vahşetle, bir arpa boyu yol alamadığımızı izliyoruz.
13 yıl önce, Arap coğrafyasında başlayan özgürlük hareketleri, Arap Baharı adıyla zikredilen o rüzgâr, Suriye'nin Dera şehrinde, Suriyeli lise öğrencilerini de heyecanlandırıp umutlandırınca, öğrencilerden biri, "Senin sıran da geldi doktor" diye bir duvara heyecanını yansıtır.
Doktor dedikleri Beşar Esad'dı çünkü göz doktoru olduğu herkesin malumuydu. Yazıyı yazan öğrenciler aileleriyle birlikte derdest edilip işkencelere ve kıyımlara uğradı.
2011'in 15 Mart'ında Şam ve Dera'da halk Cuma namazı çıkışında Esad'ın, lise öğrencileri ve ailelerine tutumunu protesto edince, 13 yıl sürecek savaşın fitili ateşlendi ve protestolar ülke geneline yayıldı.
22 milyon nüfusa sahip ülkede 600 binden fazla insan öldü. Savaşa bir yakınını kurban vermeyen tek bir aile kalmadı. 6 milyon insan içerde ölmemek için direnirken, bir o kadar da insan, vatanını terk etmek ve dışarda vardıkları yerde milliyetçi saldırılarla mücadele etmek zorunda kaldı.
Zalimin adı birdi bin oldu, İŞİD'iydi, DEAŞ'ıydı, ÖSO'suydu, PKK'si YPG'si, PYD'si El Kaide'si, İran'ın Devrim Muhafızlar, Hizbullah'ı, İsrail'i, Amerikası, Rusya'sı, El- Nusra, yeni adıyla HTŞ'si ve adını anamadığım daha başkaları..
Her eline silahı alan buradayım dedi ve ordalığını, katledip işkence ettikleriyle göstermeye çalıştı.
Savaş iç savaştı ama dışarı taşmakta, tüm dünyaya yayılmakta, çok da mahirdi. Gerek dünyanın dört bir yanına dağılan mültecilerle, gerekse de bölgede söz sahibi olmak isteyen devletlerle; içi dışına taşan bir savaşa dönüştü.
Ve ne garip ki 13 yıl sonra savaş 12 günde bitti. Bitti mi gerçekten yoksa şekil ve oyuncu mu değiştirdi. Sizin gibi ben de bittiğine inanmak istiyorum ama buna inanmam için yeterli dayanağım maalesef yok.
13 yıldır, tüm ülkesini perişan eden yarım milyondan fazla insanı katleden doktor, kendisini dünyanın en zengin yedinci kişisi yapacak 135 milyar dolarlık bir servet ve ailesiyle uçağına binip, Putin'in davetiyle Rusya'ya yerleşti.
Geride ne bıraktı herkesin sevinç çığlıklarıyla kutladığı bir sihirli zafer. Kimisinde Siyonist, kimisinde Şii, kimisinde emperyalist, kimisinde İslamcı, bizde de milliyetçi bir zafer sarhoşluğu.
Evet, bir diktatör yerinden edildi ama yerine hangisi ya da hangileri geçecek? Bunun savaşı devam ediyor. Herkes cephesinde çıkarını ölçüp, terör listelerini güncellerken kesin olan bir şey var ki hala halklar özgürleştirilemedi.
Ve önümüze düşen görüntülerde; asılan, taranan, kesilen, işkence edilen yüzlerce, binlerce insanı izlerken, ya insan olmanın ya da İnsan Hakları Bildirgesinin de artık güncellenmeye ihtiyacı olduğu kanaatindeyim.