Her kötülüğün başı: Basın
Muhammed Furkan Güneş
Cumhurbaşkanı Erdoğan, parti grubunda yaptığı konuşmayla, İsrail ve Netenyahu'ya en üst perdeden meydan okurken, bir zamanlar kendi partisinden Başbakan olarak görev yapan ve şimdi Gelecek Partisinin Genel Başkanı Davutoğlu da İsrail'e karşı yeterli müeyyidelerde bulunmadığı için Erdoğan'ı eleştiriyordu.
Cumhurbaşkanı'nın yaptığı konuşmayı dinlerken, savaş tedirginliği somut bir hale bürünüyor ve sanki yarın savaşa girecekmişiz gibi hissediyor insan.
"Netanyahu ve cinayet şebekesi çok tehlikeli bir maceraya atılmaktadır. Nihai hedefin neresi olduğunu çok net görüyoruz. Güvenliğimizden taviz vermeyiz. Vadedilmiş topraklar hezeyanının sonu hüsrandır"
Sözleri, gerilimi tırmandıracak net sözler olarak, toplumu korkuya, ekonomiyi kaosa sürükleyecek sözler olarak, mutlaka düşünülerek, sonuçları hesaplanarak dillendirilmiş sözlerdir.
8 Ekim'de İsrail tehdidi ile ilgili mecliste düzenlenen kapalı oturumda, neler konuşuldu, neler tartışıldı bilinmez. Fakat belli ki söylenmiş, masaya konmuş, ekranlara karşı zikredilmişlerin dışında yeni bir şey yok.
Şayet olsa, günlerdir Cumhurbaşkanı, hükümet ve hükümet ortaklarınca dillendirilen, İsrail tehditlerine ilişkin somut bir başlık dillendirilip kulislerden dışarı sızmış olurdu.
Peki buna rağmen toplumun savaş tedirginliğini daha da tırmandıracak bu kapalı oturum neden düzenlendi? Dostlar alışverişte görsün çabası mıydı? Yapmış olmak için yapılan mıydı?
Parti grubundaki konuşmada, Cumhurbaşkanı "tüm tedbirleri aldık" derken acaba kastettiği nedir? Milletin üstü örtük siyasi söylemlerle o tedirgin eşikte tutulduğu bu siyaset tarzının maksadı nedir?
Tüm bunlar bir yana, muhalif basının devamlı gündeme getirdiği ve Davutoğlu'nun da demir çelik ihracat rakamlarını örnek vererek dinlendirdiği, Türkiye ile İsrail arasındaki ticaretin sürdüğü yönündeki iddialarını kimse yalanlamayacak mı?
Erdoğan'ın iç siyaset konusunda, Yasin Börü'nün öldürüldüğü 6-8 Ekim olaylarından, Devlet Bahçeli'nin DEM Partiyle tokalaşmasına, iki aya yakındır tüm ülkenin gündemini işgal eden sapkın cinayetlerden, cezaların caydırıcı olmadığına, yeni düzenlemeye ihtiyaç olduğuna ve alkolün her kötülüğün başı olduğu mealindeki açıklamalarına kadar bir çok konuya değindi.
Cumhurbaşkanı'nın habercilerle ilgili zikrettiği "Medya organlarımız sorunlu bir politika izlemeye başladı. Habercilik adına üzülerek söylüyorum mağdurlar tekrar mağdur ediliyor. Bunu kabul etmemiz söz konusu olamaz. Basınımız elbette özgür olmalıdır. Ama bu toplumsal olaylarda sorumlu yayıncılık yapmaya engel değildir." sözler, habercilerle alkolü aynı kefeye düşürdü.
Elbette ki sorunlu habercilik yapanlar bir yana, sorumlu habercilik adına çabalayan basın çalışanlarını bu töhmet altına sokup, bütün konuşmanın ve sorunların nihayetinde 'her kötülüğün başı alkol'le beraber günah keçisi ilan etmek haksız ve acımasız bir eleştiridir.