Acıdığını göster yardım gerekmez
Muhammed Furkan Güneş
Hristiyanlıktaki ve daha sonra islama da maledilen Mehdi inancı gibi Budizm'de de gelmesi beklenen Maitreya inancı var.
Maitreya beş Budanın sonuncusudur. Geleceğin Budası olarak kabul edilen Maitreya geleceği güne kadar Tusita adı verilen kendine ayrılmış gökyüzü cennetinde yaşar.
Budistlerin son Budası kabul edilen ve hala gökten inmesi beklenen Maitreya, kelime olarak merhamet, rahmet ve sevimli anlamlarını taşır.
Maitreya, Tusita adı verilen gökten, vaazlarını Asanga yoluyla gönderir ki Asanga 4. Yüzyılda Peşaver'de doğmuş bir Budist'tir.
Asanga hayatının büyük kısmını doğruluğu aramaya, bilgeliğe ulaşmaya, kendinde erdemi, ahlakı inşa etmeye çalışarak yaşar. Ve hayatının bir kısmında, o kadar çok kafası karışır ki bir mağaraya kapatıp kendini inzivaya çekilir. Maitreya'nın ona görünmesini beklemeye başlar. Bu bekleyiş 12 yıl sürer ve Asanga dayanamaz mağarasından çıkar.
Asanga günün birinde yarası kurtlanmış bir köpekle karşılaşır ve kurtçuklara zarar vermek istemediği için diliyle yarayı temizlemeye eğilir ki tam o anda Maitreya görünür ona ve nihayet merhamet sisi giderdi de karşına gelebildim der.
Merhamet, Necip Fazıl Kıskürek'in Reis Bey adlı eserinde "ağızların iğrenç sakızı" dediği merhamet. Neredeyse bütün dinlerin, ilahi ve beşeri öğretilerin hepsi, Acı çekenin acısını anlamakla yetinmemeyi acıyı gidermek için harekete geçmeyi salık verir bize.
Empatiyle acıyı hissetmeyi, anlamayı ve değiştirmek için harekete geçmeyi anlatan o hadisi çoğunuz bilirsiniz "Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu imanın en zayıf derecesidir."
Budist Rahip 78 yaşındaki Matthieu Ricard'ın merhametle ilgili güzel bir sözü vardır, "Akılsız merhamet bizi kör eder, eyleme dönüşmeyen merhamet ise bizi ikiyüzlü yapar" diyor.
Eylemsizlikte pinekleyen empati, bizi hızla çürütüp tüketen bir duygudan başka bir şey değil. Acı çekenin duygularını anlayabilme çabasıyla geliştirilen duygusal empati, o acıyı anlama çabasıyla buluşmadıkça içimize koca bir sıkıntı olarak çöker ki zamanla o acıyı kanıksamaya, o acıya alışmaya ve onu görmezden gelmeye iter bizi. Ve tabi ki peşinden iki yüzlülüğe gömer hepimizi.
Oysaki duygusal ağırlığı düşük bilişsel ağırlığı daha yoğun bir empatidir bizi ikiyüzlülükten koruyacak ve eyleme itecek duygu.
Sağlık çalışanlarının, sedye üstünde önlerine gelen hastalara dönük empati duygularının daha çok duygusal odluğunu, bilişsel kısmından yoksun olduğunu düşünün. İşlerini yapabilir ve hastayı kurtarabilirler miydi? Empatinin temelinde birbirini tamamlayıcı bu iki duygudan duygusal olanı asgari, bilişsel olanı azami düzeylere çekmek, sağlıklı ve eyleme geçebilecek bir merhamet duygusu doğurabilir.
Literatürde adına "merhamet yorgunluğu" denen psikolojiden korunabilmek için acı çekenin duygularıyla kendi duyguları arasına kısmen mesafe koyup yoğun duygusal empatinin ağırlığından korunmak gerekir.
Amerikalı Sosyal Psikolog Daniel Batson, kişiyi merhametin eyleminden uzaklaştıran empatik stres ile ilgili "Karşımızdakinin acısı, içimizde dayanılmaz bir sıkıntıya dönüşünce, artık acı çeken için değil kendimizi rahatlatmak için eyleme geçeriz. Bu da ya bizi tüketir ya da durumu kabullenmeye başlarız"
Şunu artık kabul etmeliyiz, acı çekene yardım etmek için acı çekmemiz gerekmez. Aksi halde bu durum, denklemi tersten düşündüğümüzde, acı çekebilmek için yardım etmemiz gerekmeze varır.
Ki işte Kısakürek'in "ağızların iğrenç" sakızı dediği merhamet duygusu, kendimizi kanıtlamaya çalıştığımız gösterimizin şovmenine dönüşür: Acı çektiğini göster yardım etmen gerekmez.