Zaman akıyor, ama ‘şimdi’ hiç gelmiyor

Dr. Mehmet Akif Yerlikaya

Dr. Mehmet Akif Yerlikaya

Akademisyen
21.04.2025 06:17

Gökyüzüne her baktığımızda, farkında olmadan zamanın geride kalmış sayfalarını çeviriyoruz. O ışıltılı manzara, sanki evrenin sonsuz şimdisiymiş gibi gözükür; oysa gözümüze ulaşan her foton, çoktan olup bitmiş olaylardır. Bir yıldız göz kırpıyorsa, o bakış binlerce yıl önce yola çıkmıştır; Ay ışığı bile bize 1,3 saniyelik gecikmeyle gelir. Güneş'in gerçek hâliyle aramızda sekiz dakikalık bir mesafe vardır. Güneş şimdi sönse, bunu anlamamız için 8 dakika beklememiz gerekir. Bu kaçınılmaz gecikme, yalnızca uzak galaksilere özgü bir merak değil; evin salonundaki aynaya baktığımız an bile geçerlidir. Kendi yansımamız, mikro saniyeler öncesine aittir; ışığın yolculuğu ve sinir ağlarımızın iletim süreleri toplandığında, "tam o an"ı hiçbir zaman yakalayamayız. Telaffuz ettiğimiz "şimdi" kelimesi, ağzımızdan çıktığı anda çoktan geçmişe karışmıştır.

Fizik, zamanı geçmişten geleceğe uzanan bir ok olarak tanımlar ama ok üzerinde noktasal bir "mutlak an" yoktur. Einstein'ın görelilik teorisi, gözlemcinin konumuna göre "eşzamanlı" kavramını bile sarsar. Böylece, günlük dilde ısrarla kullandığımız şimdiki zaman, gerçekte kesintisiz bir akışın art arda dizilmiş karelerinden oluşan zihinsel bir kurgudur. Biz sahneyi film zannediyoruz; hâlbuki perdede dönen şey, aralarında görünmez kesikler olan milyonlarca kare. Bu gerçeği geniş ölçekte düşünelim: Yaklaşık 2,5 milyon ışık yılı uzaklıktaki Andromeda Galaksisi, gece göğünde çıplak gözle seçebildiğimiz en yakın "komşu" adeta. Eğer o galaksideki varsayımsal bir uygarlığın devasa teleskopları bugün Dünya'ya yöneltilse, ekranda dinozorlardan başka bir şey görmezlerdi. Ne kalabalık metrolarımızı, ne elektronik ekranlarımızın parıltısını, ne de dünyanın yörüngesini kuşatan uydularımızı izleyebilirler. Bizim modern varlığımıza dair ışık henüz onlara ulaşamadı. Onların "şimdi"siyle bizim "şimdi"miz, kozmik ölçekte birbirinden milyonlarca yılla ayrılıyor. Demek ki "gerçek" dediğimiz şey, gözlemcinin konumuna, kullandığı algı aracına ve kaçınılmaz ışık gecikmesine bağlı olarak katmanlara ayrılıyor. Gerçekliğin tümünü aynı anda kimse göremez; tıpkı bir romanın sayfalarını üst üste kaplayıp tek bakışta tüm hikâyeyi okumaya çalışmak gibi, fizik yasaları buna izin vermez. Bizim deneyimlediğimiz dünya—kent ışıkları, sosyal medya akışları, sofradaki çay dumanı—aslında yeni doğmuş bir fotoğraf değil; geçmişten süzülen parça parça anıların beyinde birleşmiş montajı.

Peki "hakikat" nerede? Belki de zamanı boydan boya kesen tek bir varoluş düzlemi yoktur. Belki geçmiş ile gelecek arasında keskin bir sınır hayal etmek, insana özgü bir kolaylaştırma yöntemidir. Matematiksel olarak, zaman ekseninin herhangi bir noktasını mutlak "şimdi" ilan edemeyiz; çünkü tanımlar tanımsızlaşır, ölçümler hükmünü yitirir. Biz, yalnızca kendi algılarımızın izin verdiği gecikmeli görüntülerle bir sahne kurar, adına da gerçeklik deriz. Ancak tüm bu paradoksal yapı umutsuzluk değil, hayranlık uyandırmalı. Gece vakti gökyüzüne baktığınızda, yıldızları değil, yıldızların anılarını izlediğinizi hatırlayın. Bir zamanlar var olmuş dev kütlelerin, süpernova patlamalarının, yeni doğan gezegen sistemlerinin yankılarında yürüyorsunuz. Işığın kendisi zaman kapsülleridir; milyarlarca kilometreyi kat ederken evrenin tarihini taşırlar. Ve işte belki en etkileyici benzetme burada saklı: Sizde bittiğini sandığınız bir hatıra—bir çocukluk gülüşü, yaz akşamında duyduğunuz şarkı, ya da ufacık bir iyilik—başkasının zihninde hâlâ ışık hızında yol alıyor olabilir. Nasıl ki bir yıldız çoktan sönmüş olsa da ışığı milyonlarca yıl parlamaya devam eder, duyguların ve düşüncelerin de başkalarının gerçekliklerine gecikmeli ama güçlü bir tonda dokunması mümkündür.

Sonuçta, şimdiki zaman diye bir zemin yoktur; ayaklarımız hiçbir zaman "tam o an"a basmaz. Yine de bu tuhaf durum, gerçeği değersiz kılmaz. Aksine, kozmosun dev sahnesinde her bakışın geçmişe dönük olması, insan deneyimine benzersiz bir derinlik katar. Biz, zamanın gölgesine dokunarak bile evreni anlayabilir; gecikmiş ışığın anlattığı eski masallardan yepyeni anlamlar türetebiliriz. Kısacası, gerçeklik belki de zamanın ötesine yazılmış büyük bir bütün. Bizlerse, o metnin solgun satır aralarına düşen gölgelerle yetinsek de, gölgenin dili sonsuz bir merak uyandırmaya hâlâ muktedir. Gökyüzüne her baktığınızda bunun tadını çıkarın: Çünkü orada, geçmişin ışığıyla yoğrulmuş bir kozmik hatıra kitabı sayfa sayfa parıldamayı sürdürüyor.

title