Haberler

Algı ve gerçeklik: Yaşadığımız dünya bir simülasyon olabilir mi?

Mehmet Akif Yerlikaya

Mehmet Akif Yerlikaya

Akademisyen
31.01.2024 08:29

Ankebut Suresi'nin 64. ayeti, 'Oysa onların tek gerçek kabul ettikleri bu dünya hayatı, hakikatte sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir,' diyerek derin bir düşünceye davet ediyor. Bu düşünce, Neşet Ertaş'ın 'Yalan dünyada, yalandan yüzüme gülen dünyada' gibi ifadeleriyle de yankı buluyor. Aslında, tarih boyunca pek çok düşünür, şair ve sanatçı, benzer şekilde dünyanın gerçekliği ve insan algısının doğası üzerine düşüncelerini ifade etmiştir. Bu tür ifadeler, yaşadığımız hayatın gerçekte ne olduğu sorusunu gündeme getiriyor. Acaba gerçekten bir simülasyonun içinde mi yaşıyoruz, yoksa algılarımızın bize sunduğu dünya mı gerçek?

İnsan, evreni beş duyu organıyla algılıyor. Gördüğümüz, işittiğimiz, dokunduğumuz, kokladığımız ve tattığımız her şey, beyin tarafından işlenen sinyallerden ibaret. Mesela, gözlerimiz, ışığın farklı dalga boylarını algılayarak görme olayını gerçekleştiriyor. Gözlerimize gelen ışık, sinirler aracılığıyla elektrik sinyallerine dönüştürülüyor ve beyin bu sinyalleri yorumluyor. Peki, gözümüzü beynimize bağlayan sinirleri bir bilgisayara bağlasaydık ve bu sinirlere farklı sinyaller gönderseydik ne olurdu? Bu durumda gördüğümüz şey, dış dünyanın gerçekliği mi olurdu yoksa sadece gelen sinyallerin oluşturduğu bir sanal görüntü mü? Bu sorular, gerçekliğin doğasını sorgulamamıza neden oluyor.

Platon'un mağara alegorisinde olduğu gibi, belki de bizler sadece gölgeleri görüyoruz ve gerçek dünya bambaşka bir yer. Belki de her şey, Descartes'ın şüpheci yaklaşımı gibi, sorgulanabilir. Fakat bir yandan da, algılarımızın dışında bir gerçeklik olup olmadığını sorgularken, Kant'ın "şeylerin kendisi" kavramı akla gelir. Kant'a göre, bizler şeylerin kendisini asla bilemeyiz, sadece onların algılarını deneyimleriz. Bu durumda, gerçeklik, subjektif bir deneyimden mi ibarettir?

Bir yandan da, modern bilim ve teknoloji, algılarımızın ötesindeki evreni keşfetmemize olanak tanıyor. Teleskoplar, mikroskoplar ve diğer araçlar sayesinde, doğrudan deneyimleyemediğimiz dünyaları görebiliyoruz. Bu, algılarımızın sınırlılığını aşmamıza yardımcı oluyor.

Sonuç olarak, yaşadığımız dünya ister bir simülasyon, ister algılarımızın yorumu olsun bizim için var olan tek gerçekliktir. Ancak, daha önemli olan şey, bu dünyada nasıl bir hayat sürdüğümüz ve çevremizdeki dünyayı nasıl anlamlandırdığımızdır. Platon'un idealar dünyası veya Kant'ın şeylerin kendisi gibi felsefi kavramlar, insanın varoluşsal arayışını aydınlatmaya devam ediyor. Bu arayış, yaşamın kendisi kadar gizemli ve değerlidir. Bu durum, yalnızca beş duyu organımızla algıladığımız dünyaya güvenmenin ne kadar doğru olduğunu ve bu dünyayı temel alarak varlığımızı değerlendirmenin ne kadar yerinde olduğunu sorgulamamıza sebep oluyor. Gerçeklik, sadece duyu organlarımızla algılanan bir şeyden ibaret değildir. Bu, algılarımızın ötesindeki bir gerçekliği düşünmemize ve varoluşsal boyutlarımızı keşfetmemize olanak tanır.

title