İklim
Kuvay Sanlı
Cumhuriyet Halk Partisi grup toplantısında Kemal Kılıçdaroğlu, barış akademisyenlerinin KHK ile görevlerinden alınmalarının 6. yılı olduğunu hatırlatarak, "Üniversitelerde her türlü düşünce özgürce tartışılabilmeli, üniversiteyi üniversite de yapan budur" dedi ve devam etti: "Eğer üniversitede siz düşünceyi sınırlarsanız üniversite üniversite olmaktan çıkar, orası bildiğimiz normal ilkokul, ortaokul, lise gibi bir kuruma dönüşmüş olur. O nedenle üniversitenin önemini, değerini bilmemiz gerekir."
Üniversitenin değeri, ilkokul, ortaokul, lise karşısında bilinemez. Çünkü böylesi bir bilme, bilgi içermez.
İlkokul, ortaokul ve lisenin, özgür tartışma zemini dışına taşındığı bu aktarım, kabul gördü. Bir itiraz varsa da bizlere yansımadı.
Bir insan üniversite yaşlarına değin, özgürlük bilinci ve eleştiri - tartışma kültüründen uzak tutulursa, geç kalınmış olur. Bu kavram ve bu anlamlarla tanışıklık ailede başlar ve bir ömür sürer.
Eğitim, düalist ayrıştırma içinde ele alınmaz. Bütünlük içinde ele almayacak, illa ayrıştıracaksak; ilkokul, ortaokul ve lise, sanırım birçok açıdan üniversiteden de önemlidir.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu aynı konuşmasında "Siyasetçinin sağlıklı ve tutarlı eleştiriye ihtiyacı var" dedi ve samimi olduğuna eminim.
*
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu "İstanbul, dünyanın aynı anda en çok metro yapılan şehri oldu" dedi ve şehri bu cümlenin yer aldığı afişlerle donattı.
Bu vurguda tüm tarih açısından eş zamanlı bir inşaat çokluğu, değer olarak öne çıkarılmamıştır herhalde?
İstanbul'un yarışabileceği şehirlerin tamamının bu işi, onlu yıllar öncesinde bitirdiğinden dolayı, İstanbul önde değil de kendi başına kalmış olmasın?
*
Eleştirileri duyar gibiyim: "Ülkenin bu gündeminde bu konular mı dikkatini çekiyor senin?"
Herhangi bir konuda herhangi bir düşüncenin ileri sürülmesi, tarafını belli etmenin karşılığı ve de ilkin gereği olarak görülüyor. Vay bu gereği yerine getirmeyenin haline. Ülkede iklim bu.
80 öncesi Taksim'de iki gurubun silahlı çatışması arasında kalmışız; annem, babam ve yanlarında beş - altı yaşlarında kardeşimle ben... Bir grup yaklaşarak "Sağcı mısınız solcu musunuz?" sorgulamasıyla sıkıştırmış bizi ve tehdit etmiş, silah göstermiş. Buna karşı annemin sesi gürlemiş: "Solcuyuz lan ne olacak!"
O psikoloji içerisinde farklı bir izah, farklı bir çaba yerine annemin verdiği tepki: Sağcı ya da solculuğa değil, zorbalığa.
Olgusal gerçeklik bugün farklı tabii ama düşünce iklimi, düşünceyi sınıflandırma şekli, ülkede sanki çok da farklı değil.
Bizi çevreleyen grup sağcı olsaydı ya da o solcu grup istemediği bir yanıtı duysaydı ne olurdu bilemiyorum ama ben, haklı tepki karşısında yanlışın anlaşılacağını ve korunarak çatışmanın içinden çıkarılacağımızı, bize bu amaçla eşlik edileceğini düşünüyor, buna inanıyorum. Başka türlüsünü aklım pek almıyor.
*
Gündem mi? Sezen Aksu'nun sanatını yüceltme cümleleri kurmayacağım. Çünkü bu çaba, arabesk kültürün eline oynardı. "Güzel sanat"ın karşılığı olarak onun müziği ne kadar yer tutar, bilmiyorum.
Eleştiriler keşke "iyi - güzel sanat" özelinde olsaydı. "Hassasiyet", konunun sanki bir parça zorlanmasıyla oluştu ve "dil koparmak" beyanı, beni hala daha üzüyor!
*
Yanlışa dâhil olalım ve mutlak ayrıştırma içerisinde "Sağ - sol" diyelim, "Muhafazakâr - liberal" diyelim.
Her görüşün bir inananı var, bir de düşüneni. Bir de görüş ve paradigmaların yarattığı ekonominin nesnesi olanlar var. Düşünen de inanan da, bu nesne insana yeğdir bana.
Siyasi görüşün ve de kendisini belirleyen kültürün retoriği içine sıkışmış halde söz, nezaketten kolay uzaklaşır.
Sanatını daha ileri olanın terazisinde eleştirsem de Sezen Aksu'yu anarım ama diğer örneği anmayı bu aşamada yararlı bulmuyorum ve bir o kadar da yanlışa güç göstergesiyle yaklaşma zayıflığını.