Ekopsikoloji
Kübra Sezginer
Ekopsikoloji insan davranışları konusunda insan ve doğa bütünlüğünü anlamaya ve sürdürmeye çalışan psikoloji biliminin bir alt alanı olarak kabul edilir.
Ekopsikoloji kavramı ilk olarak 1992 yılında Amerika'daki karşı kültür hareketinin teorisyenlerinden biri olarak tanınan Theodore Rozsak tarafından ortaya atılmıştır. Bu kadar; Psikoloji ile ekolojiyi birleştirmeye çalışan Roszak, dünyanın ve insanların gereksinimlerini karşılayan yeni bir disipline ihtiyacımızın olduğunu dile getirerek Materyalist Batı kültürüne karşı ruhu bulmayı önermektedir.
Ekopsikoloji, psikoloji ve ekolojiyi birleştirerek ortak bir kavram içine alır. İnsanın doğaya yabancılaşmasına çözüm bulmak için doğada sürdürülebilir bir denge yaratmayı amaçlayan politik ve sosyal teorileri araştırır. Çağımız insanlarının doğayla sağlıklı bir iletişim kurabilmesi, ekolojik bilinçaltında saklı olan doğaya zarar vermeme ve başkalarına saygı duyma içgüdülerinin harekete geçmesine bağlıdır. Ekopsikolojinin amaçlarından biri de ekolojik bilinçdışında var olabilecek çevresel duyarlılık, kolaylık ve sadelik duygusunu yaratmaktır. İnsanın gelişimini tamamlamaya çalıştığı en kritik dönem çocukluk dönemidir. Dolayısıyla ekolojik farkındalık çocukluk döneminde en iyi şekilde geliştirilebilirse çevre sorunları kökten çözülecektir.
Yetişkin ya da çocukluk döneminde doğa ile aramızdaki bağların kopması; bazı bilim insanlarına göre, insanlığın içine düştüğü bütün bunalımların temel nedenini oluşturuyor. Ekopsikoloji bu problemlere çözüm üreten yeni bir disiplindir. İnsan ve doğa arasındaki ilişkiyi karşılıklı etkileşim içinde ele alan ve pozitif yaklaşımlar üreten ekopsikolojide, insanın doğadan kopuşunun bedelinin mutluluk ve akıl hastalığı olduğu, rusal dengesi bozulan insanın içinde yaşadığı dünyaya uzaklaşarak kendine bile bilinçsizce zarar verdiği belirtiliyor.
Araştırmalar ekoterapi faaliyetlerinin, insanlar üzerinde; zihinsel aktivitede gelişme, düşünme ve sorgulama becerisi sağlama, konsantrasyon süresinin artması, uyku düzeninin iyileşmesi, kaygı ve korku hissi gibi olumsuz duyguların daha az yaşanması, obezitenin azalması, öz saygının gelişmesi, sosyal etkileşimin artması gibi pek çok fayda sağladığını ortaya çıkarmıştır. Doğanın sesleri, renkleri ve kokusunun beyindeki elektromanyetik dalgaları olumlu yönde etkileşime geçirdiği ve aktive ettiği pek çok araştırmada kanıtlanmıştır.
Sonuç olarak; ekopsikoloji kapsamında, ekolojik bilincin oluşması ile insan, doğaya ve diğer insanlara karşı ahlaki bir sorumluluk duygusu geliştirir. Ekopsikolojinin en önemli terapilerinden birisi, doğayı bir yabancı gibi gören ve doğaya hükmetmeye çalışarak zarar veren, politik gücün ve endüstri kültürünün yıkıcılığını sorgulamaktır. Ancak bunu sorgularken hayatımızı kolaylaştıran teknolojiye karşı değildir. Bu anlamda ekopsikoloji anti-endüstriyel değil, post-endüstriyeldir. Dünyanın ve insanın refahı arasında "sinerjik" bir etkileşim vardır. Bu yüzden dünyanın ihtiyaçları insanın da ihtiyaçlarıdır; insanın hakları, dünyanın da haklarıdır. Dolayısıyla ekolojik farkındalık çocukluk döneminden itibaren kazandırılmaya çalışılarak doğa ile bağların güçlendirilmesi sağlanmalıdır ki gelecek nesiller bencilce bir yaklaşımdan uzak daha sağlıklı iletişim becerisine sahip bireylerden oluşan bir toplum haline gelebilsin.