Bahşiş
İzzet Doğan
Temelin babası ölmüş, cenazeyi yıkayan imama 20 TL bahşiş vermiş. Hoca parayı az bulup itiraz edince Temel çok sinirlenmiş;
-Bana bak hoca! Aşağıdaki benzinlikte 5 TL'ye TIR yıkıyorlar, adamın tepesini attırma, canını sıkma..
Bahşiş yalnız fıkralara değil bilimsel araştırmalara ve hatta şiirlere de konu olmuştur.
Örneğin, halk edebiyatımızda Karacaoğlan, "Kara kaş altında sürmeli gözdür/ Aşıkın bahşişin vermeli gelin" der.
Yıllar önce Çetin Altan'ın köşesinde bahşiş üzerine bir yazı okumuştum.
Hamama giden Çetin Altan önce kendisine yol gösterene, sonra kendisini yıkayan tellak'a, havluyu getirene, havluyla kendisini kurulayana, odanın kapısını açana vs. bahşiş verir son bir kez karşısına biri daha çıkınca dayanamaz ve hamamcıya bu ne yaptı diye sorar, hamamcı da "o da birine seslenmişti" der.
Türk Dil Kurumu bahşişi; "Teşekkür ereğiyle, otel, lokanta gibi yerlerde bir hizmeti görene verilen, başka yerlerde bir işi yapana, verilmesi gereken paradan ayrı olarak, fazladan verilen bir para" olarak tanımlamaktadır.
Bahşiş Osmanlı döneminde de vardı.Padişahlar, tahta oturttukları zaman yeniçerilere Cülus bahşişi verirlerdi.
Ayrıca çocuk doğduğunda, evlilik törenlerinde, iyi bir haber geldiğinde postacıya, önemli bir ihale alındığında bazı ilgililere, kaybettiğimiz örneğin araçlarda ya da otelde unuttuğumuz bir eşyayı.Yitirdiğimiz ziyneti bize getiren ya da resmi makamlara teslim eden kişiye, kuaförde çalışanlara, ramazanda davul çalıp bizi iftara uyandıranlara vs. bahşiş verilir.
Bahşiş adetinin İngiltere'de başladığı, çünkü İngilizlerin sömürgecilikten doğan zenginlikleri nedeni ile birçok alanda hizmet verenleri çalıştırdıkları, parayı da rahat harcadıkları söylenir. Aynı kökenden gelen Amerikalılar da bahşiş verme de cömerttirler.
Halen Avusturya, Belçika, Estonya, Fransa gibi ülkelerde özel olarak bahşiş alınmamaktadır.
Japonya, Kore, Hindistan, Çin gibi Uzakdoğu ülkelerinde ise bahşiş vermek ilgilisine hakaret etmek anlamına gelir.
Ortadoğu'da krallar gittikleri her yerde bir güç gösterisi olarak bahşiş dağıtırlar.
Bir gün birkaç arkadaş bir ocak başına gitmiştik. Çok kalabalıktı ve garsonların koşturmalarına rağmen masamıza servis yapılmıyordu. Aramızdan bir arkadaş aniden geçmekte olan garsonun kolundan tuttu ve eline bir miktar para tutuşturdu. Bu olaydan hemen sonra masamız donandı. Sonra arkadaş verdiği parayı bahşiş adı altında bizlere paylaştırdı. Aslında yaşanan bu durum tam bir emrivaki idi ve ayıp olmasın diye kimse bir şey demedi.
Bahşiş konusu özellikle pahalıktan ötürü dışarıda yeme-içmenin aşırı zamlandığı bu günler de tüketiciler tarafından dile getirilmeye başlandı. Özellikle restoran, kafe gibi yerlerde bahşiş, kuver ve servis ücreti adı altında alınan ücretler medyada da tartışma konusu oldu.
Bir kafe, restoran veya lokanta gibi yerdeyseniz yanınızda da konuklarınız varsa özellikle gelen hesabı denetlemeyi düşünmeyiz. Ben birkaç kez hesapta yemediğim, içmediğim şeylerin hesaba eklendiğini gördüm. Bu işin ayıbı yok. Gelen hesabı mutlaka gözden geçirmek gerekiyor. İstenmeden de hesapta yanlışlık yapılmış olabilir.
Bazı restoranlarda kuver ücreti adı altında hesaba eklemeler yapılmaktadır. Bu ücret hizmet alanın oturduğu masaya servis sunulması, ekmek, zeytinyağı-limon baharat gibi şeylerin bulundurulması ve ayrıca servis elemanlarının maaşları ve restoranın işletme maliyetlerini karşılamak üzere hesaba eklenir. Bu ücret restoranın menüsünde ve ayrıca girişteki fiyat listesinde mutlaka belirtilmelidir.
Avrupa'daki restoranlarda yüzde 10 veya 12 gibi bir oranla servis ücreti alınır. Bunu hizmet alan olarak önce den bilir ve hesabınızda da görebilirsiniz.
Bizde Fiyat Etiketi Yönetmenliği de servis ücreti veya başka adlarla alınan ücretlerin, fiyat listelerinde açıkça belirtilmesi zorunlu hale getirilmiştir.
Masa örtülerinin temiz olmadığı, tabaklara servis kaşır ve çatallarının konulmadığı, plastik tabakların kullanıldığı, bardaklarda temizlenmemiş olduğunu gösteren izlerin bulunduğu, masa ve sandalyelerin rahat olmadığı, oturma düzeninin bozuk olduğu bir yerde kuver ücretinin alınmaması gerekir.
Toplanan bahşişin çalışanlara nasıl dağıtıldığı da ayrı bir sorundur. Yani işletmeci bu bahşiş dağıtımını vicdanına göre mi yapıyor, çalışanların hizmetlerini mi ölçü alıyor, maaşları daha yüksek olan aşçılara da bahşişten pay veriliyor mu tüm bu soruların yanıtı benim için belirsiz.
Birçok yerlerde çalışanlara bahşiş verdiğiniz halde, hesaba ayrıca servis ücreti de ekleniyor.
Ben öğrenciliğim aşamasında lokantalarda yemek zorunda kaldığım günden beri hizmet karşılığı olanağım ölçüsünde olmak üzere olarak bahşiş verdim. Fakat her zaman aslında bahşiş ödemesinin hesap içinde gösterilmesini ve hesaba alınması gerektiği düşündüm ve benimsedim.
Yani bir iş yeri bir hizmet sunuyorsa, ben çalışanım içinde şu miktarda bir yüzde alıyorum diyebilir.
Bahşiş adı altında iş yerinin aldığı bu ücret denetime elverişli olmalı, belge karşılığı çalışanlara dağıtılmalı ve gelir sayılıyorsa bir oranda vergiye tabi tutulmalıdır.
12 Eylül 1980 sonrası bir konuşmasında Kenan Evren'in "Garsonlar bile benden fazla maaş alıyor" dediğini hiç unutmadım. Bu söz doğruydu ve lüks restoranların özellikle şef sıfatı ile çalışanlarının büyük gelir elde ettikleri o dönemde biliniyordu.
Yazımıza bir fıkrayla başlamıştık. Yazımıza bahşişin bir güç gösterisi olup olmadığı ve hizmetin bazen hangi ölçülere göre yapıldığını bir Nasrettin Hoca fıkrasından örnek vererek son verelim.
Hoca bir gün şehre un satmaya gider. Akşama doğru işini bitirince hem günün yorgunluğunu atmak hem de una bulanmış kıyafetlerini temizlemek için hamamın yolunu tutar. İçeriye girince hamam çalışanlarının kendisi ile ilgilenmemesine çok canı sıkılırsa da bunu pek dert etmez. Güzelce yunur yıkanır, üstünü başını temizler, sonra da ücretini öder ve çalışanlara fazlasıyla bahşiş bırakır. Hoca bu, başından geçenleri unutur mu hiç? Unutmaz… Aradan birkaç gün geçer. Hoca çok temiz ve güzel bir şekilde giyinir kuşanır, yine hamamın yolunu tutar. Kafasında da hamam çalışanlarından geçen gelişindeki ilgisizliğin hesabını sormak vardır. Hocanın güzel kıyafetleri karşısında hamamcılar ona hizmet etmek için âdeta yarışırlar. Hatta çıkışta onu kapıya kadar uğurlarlar. Görevliye ücreti ödeyen Hoca, fazla bahşiş yerine çok az bir bahşiş bırakır. Bahşişi gören çalışanlar kendi aralarında homurdanmaya başlarlar: "Adama bak, kendisine ne güzel hizmet ettik… Hizmetimizin karşılığı bu mu? Bu ne biçim bahşiş?" Hoca, hamam çalışanlarından daha önceki ilgisizliğin hesabının sormanın tam zamanının geldiğini anlar ve "Yahu, ne bağrışıp duruyorsunuz, geçen hafta üstüm başım un içinde geldiğimde yüzüme bile bakmadınız, fakat ben o zaman size iyi bahşiş verdim, bugün ise siz benim kürküme bakarak iyi hizmet ettiniz. İlkinde ben size iyi bahşiş verdim, şimdi ise tersini yaparak ödeşmiş olmadık mı?" der.