Haberler

Beni ikna etme, inandır!

İlyas Han Şahin

İlyas Han Şahin

Tarihçi Yazar / MEB-TÜZDEV
20.11.2021 11:33

Dışarıda bir yerlerde masallara inanan çocuklar var oldukça, kötülüğe ikna edemeyiz onları.

Günümüzde neredeyse hayatımızın her alanında yaşadığımız en büyük sorunlardan birini anlatacağım. İnanarak yazacağım. İkna etme niyetim yok kimseyi.

Sürekli iknaya zorladığımız insanların bizi inanmakta güçlük çekmelerinden bahsediyorum. Bizlere inanacakken inanç mecrasından ikna cambazlığına sürüklediğimiz ve ip üzerinde ayakta kalmak için sürekli konuşan insanlardan..

Yeni yetişen bir neslin artık sürekli ikna ile iş yapması, rasyonel kanalları zorlanarak güne başlayan yeni nesillerimize, hadi okula geç kalıyorsun, dersini dinlemezsen anlayamazsın, sakın başarısız olma, yoksa karnen için sana vaat edilen telefonu alamazsın vs. içeriğine az biraz da minik tehditler ekleyerek iknaya çalışılan bireylerin ilerleyen yıllar içerisinde bu durumu kanıksadıkları ve normalleştirdikleri görülüyor. İkna edilmenin hep rasyonelatisiyle muhatap olmuş, aklına yatmış yada yatmamış ama hep aklına hitap edilmiş bireyler..

İkna edilenler ile mi inananlar ile mi yola çıkardık acaba önemli bir yolculuk zorunluluğunda olsaydık.

Sanırım büyük yada küçük iş fark etmez, inanmış insanlarla yola çıkmak, yolculuk esnasında ve neticesinde daha istendik sonuçlar doğururdu. İnanmış insanın ikna olmuş insandan farkını ayrıt edecek o kadar çok örnekler var ki tarihimizde de hayatımızda da. Önce tarihten örnek verelim. Hz.Peygamber(a.s) insanları vahye çağırırken ne söyleminde muhatabının ona karşı yönelttiği sorularda ikna edici bir renge rastlamazsınız. O (a.s) kimseyi ikna etmek için yola çıkmadı. Topluma sunduğu reçete pek çok inansının kanayan yarasına merhem olacaktı. O sebeple o sadece anlatmakla mükellefti. Ona inananlar için dünyada zafer,zenginlik yada neş'e vaat etmedi. Bedeniyle ve ruhuyla temiz bir toplum, tek bir ilaha ibadet, adalet ve güzel ahlak vaat ediyordu. Önce bunu kendisi yaşıyor ve yaşadığı güzelliği etrafa rayihalarla dağıtıyordu. İkna olmaya değil inanmaya ihtiyacı vardı toplumunun. Zira iknanın yolu aklın sorularına cevaptan geçerken, inanmanın yolu kalbin itaatinden geçiyordu. Ve kalp eğer itaat ederse akıl onun peşinden isteyerek koşa koşa gidecekti. Ve öyle de oldu. İnandığı davanın çilesini çekerek ruhunu terbiye etmiş insanlar akıllarına asla kötü bir şey getirmediler. Ve kısa manda tüm dünyayı etkisine alan bir dinin ilk inananları oldular. Tarih onları altın harflerle, ibret ve minnet ile andı hep. Çünkü inanmış insanlar sonuçları düşünerek yola çıkmazlar. Ama ikna edilmişlerin tek motivasyonu başarıdır. Başarısızlık ikna edilenlerin yolunu her an değiştirir. Elbette tarihte pek çok örnek verilebilir bu duruma. Küçük bir beyliği koca bir dünya devine çeviren Osmanlılar, yada kurtuluş savaşında, yedi düvelde dünyanın en güçlü silahlarına karşı savaşan şanlı atalarımız gibi. Onları ikna etmedi kimse... Onlar inanarak çıktılar ve sonuca değil yaşadıklara sürece önem verdiler. Başarılı oldular. Çünkü başka çarelerinin olmadığına "inanmışlardı"

Tarihten elbet pek çok örnek verebiliriz ancak yaşadığımız zamanda az mı örneklerimiz. Elbette hayır. Azim, çalışma ve inanma

Hepimiz,her zaman hayatımızda inancın zaferle taçlandığı başarılar kazanmıyoruz elbette. Ama inanarak, kavrayarak ve üzerinde düşünerek attığımız adımlar daha doğru kararlar vermemize her zaman yardım ediyor ve edecektir.

İkna kötü değildir elbette. Ama hedef davranış için her zaman iknayı seçtiğinizde, sürekli ikna edilmeyi bekleyen, ikna olmanın "getirisine" odaklanan çıkarcı bireyler yetişiyor bu yöntemde. Karşılığında bir şey isteyen bir beklentisi olan ve giderek her yaptığı işi bu minvalde örüntüleyen bireyler çıkacak karşımıza. İdealizmin uzun vadede "enayilik" girdabına girerek boğulacağı bir süreç bu. Oysa ülkemizi kurtaran, devletimizi geliştirecek olan ve toplumu ileri taşıyacak olan idealizmdir. İdeallerini yüksek tutan gençlerin elinde yanacak bu meşale. Rahatından vazgeçmeyi, konforundan feragat etmeyi önemseyecek nesillerin elinden tutmanın ilk yolu onları inanmaya çağırmaktır. Masallara inanan çocuklardan, değerlerine inanan gençlere ve tüm hayatı boyunca inanmaya inanmış bireyler. Sana inanıyorum! derdi hep annem... Hayatta karşılaştığım her sorunda savaşmak yerine geri çekilmeyi her düşündüğümde yüzümün coğrafyasından ilmek ilmek hüznümü okur, karşısına oturtturur ve müşfik bir ses tonuyla ruhumun en derinlerinde hissettiğim defalarca duysam da asla bıkmayacağım, bir besin gibi davranışlarımızı besleyen o naif sesiyle izah ederdi hep. Bana inandığını ve bu inancının bir ressamın tuvale aktardığı titizlikle anlatırken ellerimi sıkardı... Anneler, babalar, öğretmenler... Aklını kalbinin merhametine bırakmış idealist insanlarımızı yetiştirecek olan bahçıvanlardır onlar.

Ruhumuzu besleyelim. Duygularımıza kulak verelim. Günlük meşgalelerimizde arada durup içimize kısa yolculuklar yapalım. Çocukluğumuza gidelim bazen, annemizin nasihat kokan masallarının kahramanları olmaya gayret edelim. Kuralların olmazsa olmazından hayallerin olması olası büyülü dünyasına kaçalım arada. Ruh piknikleri yapıp, masalcılara dikkat kesilelim. Yani önce bizler duygularımızı besleyelim, bizler tebessüm edelim ki etrafımızda yeşeren gençlerimize gösterelim olabilirliğini... İnanalım yani. İnandırmak için önce biz inanmalıyız. Hayatın en kötü anlarında bile inanmanın kötü anları yeneceği fikrine biz inanmadan inandıramayız çocuklarımızı, gençlerimizi.

İkna olmak bizi motive eder ama inanmak bizi mutlu eder. Sana inanıyorum diyen birisi, aslında sana inanmak istiyorum, seni önemsiyorum der aslında. Kalbine seslenir, ruhuna seslenir. Bana inan diyen birisi de aynen senin önemini bildiği için önem tahtına oturtur seni. Değerli kabul edildiğin bir ülkenin tahtına oturuyorsundur. Önemseniyor ve varlığına saygı duyuluyordur. İnanıyorsan karşılık beklemezsin. Karşındakinden beklentin yoktur. Kalbinden davrandığın için ha verir bu sana. Ruhun okşanır. Maddi varlığın manevi bir okyanusa açılmıştır güven ve akl-ı selim ile. Hangi dinde olursan ol, inanarak olman ikna olarak gelmenden daha üstündür. İnanana güvenir herkes. İnanç vicdanın eğitilmesidir. Vicdanız dediğimiz kimseler aslında inançsızdır. İnancın vicdanımıza galebe çalması ile iyi insanlar oluruz. Ve inancını yitiren insanın hayattan beklentisi ve yaşama sevinci kalmaz. İnancını yitireni ikna edemezsiniz. Köprülerde intihar etmek için bekleyen yüzlerce ruhun inancını kaybedenlere ait ruhlar olduğunu anlarız. Onlar kimseyi çağırmazlar. Kimseden medet ummazlar. İkna için gittiğinizde size acı bir tebessüm ile bakarak bırakırlar kendilerini.. Oysa ikna olmak isteyenler blöf yaparlar. Artık hayat kalmıştır ellerinden tehdit edecekleri en önemli/önemsiz şey olarak. Onu da ikna adına harcamak istemezler. Yaptıkları gösteri ikna edildiklerinde biter. Evlerine ikna olmuş olarak giderlerken harcadıkları şeyin farkında olmadan. İnanan da, ikna olanda elbette canına kıymamalı. Ama canını bile kıyılacak bir şey olarak görmek artık yolun sonuna işaret eder. Acı eşiğini zorlar insanın. İnancını kaybederse insan yaşama sevincini de yitirmiştir demektir.

İkna kabiliyeti yüksek insanlardan daha üstündür inandırıcı insanlar. İnandırıcılık sizin fail olduğunuz ve kararı sizin verdiğiniz bir içsel süreç iken, ikna dış etkenlerin beş duyumuza seslendiği bir durumdur. Elbette bazen yalana inanırız, inanmamamız gereken şeylere de inana biliriz. Ama bu daha masumdur ikna olmaktan. İnanan inandığı şeyi kolay bırakmazken ikna olan daha etkili bir ikna edenle kolayca fikir değiştirebilir. Savaşlar hep inanç uğrunaydı eskiden. Ama artık ikna edilmişliğin terör eylemleri oluştu. Savaşa masumlara, sivillere dokunulmazken terör direk onları hedef aldı hep. İnançsızdır terörist. Çünkü inanç vicdanında verdiği kararın kalben duyumsamasıdır. Ve hiç bir inançlı insan vahşet işlemez. İnsanları teröre ikna edersiniz. Anlaşma masalarında güç kazanmak için vahşeti bir strateji olarak görürler. Amaçlarına giden yolda ikna edilmişler lazımdır. Çünkü inananlar hep içsel hesap yapar ve kalplerinin sesini dinlerler çoğu zaman. İnandıklarında ise inançlarına aykırı bir şeye asla ikna edemezsiniz onları.

İnanmak ve ikna etmek arasındaki farkın kesin çizgilerle sınırlarının çizilmesi elbette imkansızdır. Ama inandırıcı olmak, inanılmak daha üst bir duygunun tezahürüdür elbette. Tüm bu anlatılanlardaki amacımız inancın iknadan daha iyi bir motivasyon unsuru olduğuna işaret etmektir. Kurallarla ve çizgilerle belirlenen insan hayatının bunlar olmadan da inanarak yani kalbin odaklanmasıyla da düzenleneceğini bildirmek isteriz. Aklın değerini inkar etmeden kalbin değerini anlatmak isteriz. Sözümüzün geçtiği herkesin aslında sözümüze inanan herkes olduğunu fark ettirmek isteriz. Hayatımızın pek çok anında ihtiyaç duyduğumuz, insani ilişkilerimizi üzerine bina ettiğimiz şeylerin inandırıcılık olması gerektiğini hatırlatmak isteriz. İnanmışlarla yola çıkmamızın ikna edilmişlerle yola çıkmamızdan daha güvenli olduğunu belirtiyoruz. Ve tüm bu hedefe ulaşmanın yolunun önce kendimizden geçtiği, inandığımız şeylerle olan samimi duygumuzu gözleyen her çift gözün ikna edilmeye gerek kalmadan bizlere inanabileceğini anlatıyoruz. O sebeple masallara inanın, iyiliğe ve iyiliğin hep galip geleceğine inanın. Annelerinizin, ninelerinizin sizlere anlattığı masal kahramanları olun. Kahraman olmanın ilk yolu inanmışlık ile olacaktır. Zira çocuk saflığı ile dinler bizleri. İnanır bizlere. O, yalanı yada sahtekarlığı bilmez. Ve her masalın kahramanı kendisi oldukça masal da hep iyilerin zaferi ile bitecektir.

Masalların saf ve temiz fikirlerine inanarak uykuya dalan çocuklar var oldukça ve kendi değerlerimiz ile onları besledikçe bizler, kötülük asla galip gelemeyecektir.

title