Haberler

Asrın Vebası; İletişimsizlik!

İlyas Han Şahin

İlyas Han Şahin

Tarihçi Yazar / MEB-TÜZDEV
27.09.2021 12:22

Dünyanın en kolay şeyidir anlamak. Zihinsel becerilerimizin arasında bizleri en az yoran özelliklerden biridir anlamak.

Anlamak bizleri "insan" yapan önemli bir umdedir. Ve anlamak kendi dünyamızın hala dönüyor olduğunun da ispatıdır.

Anlamanın işteş olduğu durumlar ise kendimizin zihinsel check-up(çekap)'ıdır.

Bu kadar girişten sonra, anlamak fiilinin önemini bu denli kalın çizgilerle vurguladıktan sonra derdimizi anlatmaya geçelim.

Sancımızı paylaşalım. Yaşadığımız zaman diliminde, giderek özelliğini kaybeden bir unsurdur anlamak.

Oysa her şeyin anlaşılmak üzere kurgulandığı böyle bir zaman diliminde en gereksiz tartışma olmalıydı anlamak tartışmaları.

Teknolojik gelişimin, hayatımızı en çok etkilediği alan olan iletişimin nasıl böyle bir duruma düştüğünü anlatmaya çalışacağım.

Dediğim gibi, iletişim araçları hem çok çeşitlendi hem de çok gelişti. İnsanların iletişim dünyasına öyle bir girdi ki teknoloji her an her şeyden haberdarız. Hayatımızın iletişim alanı dışındaki diğer alanları da bu alandaki gelişmelerin yanından yöresinden etkileniyor. Örneğin henüz kansere çare bulamadık. Onca teknik gelişme on binlerce bilimadamı gece gündüz çalışıyor ama henüz net ve resmi bir kansere çare haberi yapılmadı. Ama kanser araştırmalarından hepimizi her gün haberdar oluyoruz. elbette çalışmalara katkı sağlayan bir şey bu.

Ama makro düzeyde Marsa bile robot gönderen teknoloji oluşturan insanoğlunun mikro düzeyde bir kanser hücresini tamamen yok edememesi elbette şaşırtıyor bizleri. Neyse bizler konumuza geri dönelim. Anlamak demiştik. Bilimsel alandan bireysel alana kadar hayatımızın her alanında var olan anlama özelliğimizin sanki giderek erozyona uğradığını ilan ediyorduk. Özellikle işaret ettiğimiz şey ise insanların makinaları anladıkları, kitapları anladıkları, dersleri anladıkları ama birbirlerini anlamadıkları gerçeği...

Evet, pek çok şeyi anlıyoruz aslında. Anlamakla sorumlu olduğumuz alanlarda sorun yaşamıyoruz. Ama anlamakta sorumlu olmadığımız anlamak zorunda olmadığımız alanlarda kendimizi zorlamıyoruz. Anlama sürecine empatik bir damar açamıyoruz mesela.

Karşımızdakinin ne demek istediğinden çok bizin ne anlayıp anlamadığımız önemli hale geliyor. Yani konuşuyoruz, anlatıyoruz, tartışıyoruz, söylüyoruz ama karşımızdakini yada karşımızdakileri anlama zorunluluğu hissetmiyoruz sanki. Empatik damar yolunu açmak derken işte tamda bunu söylüyorum. Karşımızda iletişime geçtiğimiz insanların ne demek istediklerini anlamak aslında sağlıklı iletişimin ilk kuralıdır.Ama daha ilk aşamada kural ihlali yaparak düğmeyi baştan yanlış ilikliyoruz. Kendi anlam dünyamızda karşılığı olan sinyallere tepki veriyor diğerlerini duymuyoruz bile. Trafikte, telefonda yada televizyon izlerken yarım dinliyoruz, çeyrek anlıyoruz birbirimizi. İçimizde anlamaya yönelik var olan duygularımızı harekete geçirmeye ya cesaret edemiyoruz ya da uğraşmak istemiyoruz. Ve sonuçta bu durum giderek alışkanlık oluyor. Yarım dinleyip çeyrek anlayanların çoğunun kavga ettiği, mahkemelerle uğraştığı yada sessizce geçip gittiği bir anlaşılmamış dünyanın eşiğindeyiz.Giderek bireyselleşen hayatımızın empatik damarını besleyen gıdaları almıyoruz. Hoşgörü, diğergamlık, affetme gibi erdemli davranışlar artık güçsüzlük gibi görünmeye başladı. Bu davranışları tv dizilerindeki kutsal şahsiyetler rol icabı yerine getiriyorlar artık.

Hayvanlara karşı şiddet ve işkence haberleri arttıkça yanılma payım düşüyor. Çünkü hayvanlar, anlam skalamızda insandan sonra 2. sıradalar.

Geçmişte hayvanlar için vakıflar kuran bir geleneğin insanlarıyken şimdilerde haberlerde hep işkence ve sadist insanlar var. Bu tür görüntülerin sonunda aynı serzenişler var. İnsanlık nereye gidiyor? Yani insanları anlamayana hayvanları nasıl anlasın sevsin ve korusun. Ya da hayvanlara böyle davranan insanlara neler yapmaz ki.

Kısaca anlamamızı besleyen, bizleri anlayışlı kılan önemli şeylerden giderek uzaklaşıyoruz. Bireysel haz peşinde, konformist bir yaşam şekli bizlere bunu dayatıyor da. Sadece sınırlı bir anlam haritamız oluşuyor. O harita formatına uygun bir dil de cabası. Sevgi, hoşgörü ve diğergamlık duygularımız birinci derecede yakınlarımızın dışına çıkmıyor. En yakınlarımızla bile bazen iletişim problemleri yaşarken diğer insanlarla elbette bu sorunlar daha sık daha zedeleyici olabiliyor.

Altın çağını yaşayan iletişim değil demek ki altın çağını yaşayan iletişim araçları.. Araçlar çeşitlendikçe ve geliştikçe birbirimizi daha mı az anlamaya başlıyoruz ne?

title