Tilda Swinton performansına doyalım
Hacer Aydın
Bu hafta (8 Eylül) vizyona giren "The Eternal Daughter" Tilda Swinton'un muhteşem performansıyla haftanın öne çıkan filmi. Yaşayan efsane Tilda bu filmde iki ana karakter olan anne ve kız rollerine birden hayat veriyor. Adeta tek kişilik film, tek kişilik performans, tek kişilik bir şov… Ne diyebilirim ki; ayakta alkışlamak istedim.
"Sonsuz Sır", gizemle dolu, neredeyse boş bir otel haline gelen eski aile evlerine döndükleri zaman, yıllardır saklı kalan sırlarla yüzleşmek zorunda kalan bir anne ve orta yaşlı kızının hikayesini konu ediyor. Bir sanatçı ve yaşlı annesi, yıllar önce ayrıldıkları, artık bir otele dönüşmüş olan eski aile evlerine geri döner. Ancak anne ve kızının eve dönmesiyle birlikte yıllardır gömülü kalan sırlar gün yüzüne çıkar.
"Hatıra" serisini izlediniz mi?
Aslında "Sonsuz Sır" Joanna Hogg tarafından yaratılan Hatıra serisinin üçüncü bölümüdür. Seyirciler daha önce Julie Hart'la 80'lerde tanışmıştı. Bu kez günümüzde geçen hikayede kendisi ve annesi Rosalind ile gün yüzüne çıkmamış ilişkilerini ve yüzleşmelerini görüyoruz.
Film gotik bir atmosferde anne kızın otele giriş sekansıyla başlar. Daha ilk dakikalarda resepsiyonist kızın tuhaflığı, otelin ıssız ve sisli görünümü insanı germeye başlıyor. Julie'nin huzursuz ruh halini ise resepsiyonist kızla girdiği diyaloglardan kolayca anlayabiliyoruz.
Tilda Swinton'ın her iki karakteri de oynaması yönetmenin dehasının bir yansıması. Bize bu yolla kadınların kendilerini annelerinde nasıl gördüklerini yansıtıyor. Fakat her ne kadar Swinton kendini annesinde görse de Rosalind Swinton için bir muammadır. Sahneler ilerledikçe Julie aralarındaki farklara takıntılı hale gelmeye başlar ve senaryosu için annesinin anılarını yakalama çabası onu bir iç hesaplaşmaya sürükler. Julie annesini keşfetmeye çalışırken aslında keşfettiği annesinin gözünden kendisidir.
Dikkat! Bu bir festival filmi
Sonsuz Sır çatışmadan yoksun, sakin ilerleyen bir öykü ancak Julie'nin travmatik halleriyle kendisi ve annesinin yaşamında üstü örtülmüş meselelerin üzerine gitmesi seyirciyi kendine bağlamayı başarıyor.
Son derece sağlam bir senaryo ve yönetmenlik örneği var karşımızda. Her sahnesinde gizemi ve psikolojik gerilimi iliklerime kadar hissettim. Joanna Hogg bu filmle bize nasıl tek bir saniyeyi bile boşa harcamadan bütüncül bir film ortaya koyabileceğimizin dersini vermiş. Özellikle amatör veya profesyonel olarak sinemanın her hangi bir alanıyla ilgilenen herkese bu filmi şiddetle öneririm.
Filmin yapımcıları arasında usta yönetmen Martin Scorsese de bulunuyor. Venedik'in ardından birçok prestijli festivalde gösterildi. Gerçek bir festival filmi olduğunu söyleyebiliyoruz yani. Bu nedenle büyük ihtimalle çok az sayıda kopyayla ve sınırlı sayıda salonda gösterime girecek. Filmin en çarpıcı sekansı bana göre doğum günü sekansıydı. Bu sekansa geldiğinizde lütfen çok dikkatli izleyin.
Ha bir de. Nasılsa sonra internette izlerim diyerek lütfen ihmal etmeyin. Film sinema salonunda, beyazperdede izlenir.