Narin’dir Narin
Fatmanur Kama
Narin Güran… Tüm Türkiye gündemini alt üst eden, toplumun her kesiminin günlerdir konuştuğu, haber kanallarının olay gününden beri her gün bültenlerine taşıdığı, hepimizin yüreğinde şimdi bir evlat olarak yer edinen 8 yaşındaki o kız çocuğu… Narin, trajik bir cinayet olayından çok daha öte; çocuk cinayetleri, çocuk istismarı ve çocuk ihmallerine dair Türkiye'de adeta bir dönüm noktası oldu. Cinayetteki sır perdesi hala devam ederken, Narin'in en yakınları tarafından, ailesi bildiği kişiler tarafından uğradığı bu cinayet, hepimizin vicdanına ve sağduyusuna o kadar ağır geldi ki, hepimiz tepki vermek, bir şeyleri değiştirmek, sesimizi duyurmak istiyoruz. Esasen Narin ne ilk ne de son, fakat daha fazla Narin'ler olmasın diye, bir şeyleri değiştirmek, toplumda farkındalık yaratmak, diğer çocukları kurtarmak ve kazandırmak için dönüşüm adına bir fırsat. Adli süreç ve cinayet soruşturması tüm titizliğiyle devam ederken cinayete yönelik iddia, tez ve düşünceleri yazmanın sadece uzmanlara düşeceği kanaatindeyim. Fakat bizler kamuoyunda konuyu güncel tutarak, unutturmayarak, tekrar tekrar gündeme taşıyarak cinayetin suçlularının en ağır şekilde cezalandırılması için üstümüze düşeni yapmalıyız. Unutmayalım ki, Narin toplum tarafından bu kadar sahiplenilmeseydi, olay bu denli tepki almasa, dillendirilmese ve merak edilmeseydi , Narin belki de hala kayıp kategorisinde aranıyor olabilirdi. Geçmişte ne yazık ki, halının altına süpürülen, birçok kez delil yetersizliği sebebiyle ağır cezalar almayan hatta ne yazık ki katil zanlılarının serbest bırakıldığı çocuk cinayetlerine tanıklık ettik. Leyla Aydemir, Eylül Yağlıkara, İkranur Tirsi, Müslüme Yağal, Ecrin Kurnaz benzer şekilde katledilen çocuklardan sadece birkaçı. Önce kayıp şüphesiyle aranan 19 gün sonra ise cansız bedeni bulunan Narin'in yaşadıkları ve masumiyeti, kalplerimizde unutulmayacak bir iz bıraktı. Türkiye'deki birçok gerçeği gözler önüne seren bu hadiseden büyük dersler çıkarılması gerekiyor. Öncelikle küçük yerleşim yerleri ve köylerdeki feodal yapının, ağalık sistemi vari düzenin ne denli tehlikeli olabileceğini gördük. Narin'in gözaltına alınmayan tek ağabeyi Baran Güran'ın bir açıklaması var, hayret etmemek elde değil. "Kendi aramızda bu kızı öldürseydik, kim bilecekti, kimin ruhu duyacaktı" diye. İnsan aklıyla alay eder derecedeki bu sözler, bu insanların hukuk devleti bilincini idrak edemeyecek düzeyde bir yapı içinde kaybolmuş olduğunu gözler önüne seriyor. Halen daha gözaltında bulunan aile üyelerinden hiçbir itiraf gelmemiş olması, bu kalıpların ne denli kırılamaz olduğunu, doğru ve yanlışların değil de, itaat etmek üzerine programlı köy düzenlerinin gelecekte daha çok farklı sorunlara sebebiyet verebileceğine işaret ediyor. Buna mutlaka bir şekilde el atılmalı.
Narin cinayeti ile henüz daha sarsılırken, bir başka yüreklerimizi burkan, kanımızı donduran haber ise Tekirdağ'dan geldi. 2 yaşındaki Sıla bebeğe yönelik şiddet ve cinsel istismar olayı, nasıl rezalet ve korkunç bir çağda yaşıyoruz dedirtti. İnsanın söylemekten dahi midesinin bulandığı bu olayları konuşmak mecburiyetinde kalmak gerçekten çok üzücü. Fakat toplumumuzdaki bu bozulmaya ayna tutmamız gerekiyor. Son TÜİK verilerine göre Türkiye'de cinsel istismara maruz kalan çocuk sayısı 9 yılda yüzde 287 arttı. Bu rakamlar tam manasıyla dehşet verici…T.C. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın acilen bu hususta bir çalışma yürütmesi gerektiğini düşünüyorum. Ve yine adalet sistemimizde çocuk istismarı, çocuk ihmalleri ve çocuk cinayetleri üzerine farklı bir düzenleme getirilmeli. Suçu işleyenlerle beraber suça tanıklık eden, susan ve delilleri yok edenleri de dahil edecek şekilde çocuklara yönelik işlenen her suça daha ağır cezalar içeren yükümlülükler getirilmesi aciliyet teşkil ediyor. Unutmayalım ki, çocuk demek gelecek demektir, eğer güvenli, sağlıklı ve iyi bir gelecek inşa etmek istiyorsak, ilk olarak çocukları tüm bu tehlikelerden korumalıyız.
Narin konusunda değinmek istediğim bir başka nokta ise basının tüm süreçteki inanılmaz derecede etkin rolü. Diyarbakır'da görev yapan tüm basın kuruluşlarını ve gazetecileri yürekten kutluyorum. Kayıp zannedildiği günden itibaren Narin'e yönelik yapılan haberler o kadar etkili oldu ve bilgilendirmeler o denli güçlü yapıldı ki, Narin aslında o köyde sessiz kalan herkesi birer birer boğdu. Bölgede Türkiye tarihindeki belki de en kapsamlı ekiplerin görevlendirildiği ve çalıştırıldığı da uzmanlar tarafından birçok kez söylendi. Süreç boyunca bölgede canla başla faaliyet yürüten tüm ekiplere de ayrıca teşekkür etmek gerekiyor. Olayın hemen ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "hak ettikleri en ağır cezayı almaları için adli sürecin bizzat takipçisi olacağım" sözleri davadaki neticeye yönelik umut ve inançlarımızı tazeledi. Narin'in naaşının kaldırılmasının ardından İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ve Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş'ın Diyarbakır'a giderek Narin'in kabrini ziyaret etmesi de son derece anlamlı ve doğru bir eylem oldu. MHP lideri Devlet Bahçeli ise olaylara sesini yükselterek suçu işleyenlerin Türk adaleti önünde hesap vermeleri, en ağır düzeyde bedel ödemeleri gerektiğini söyleyen açıklamalarda bulundu. CHP Genel Başkanı Özgür Özel de Narin hadisesine yönelik tepkili açıklamaları ve olayın tüm yönleriyle açıklığa kavuşturulması talebi ile dikkat çekti. Siyaset dünyasının Narin'e gösterdiği hassasiyet, sağduyu ve peş peşe en üst perdeden açıklamalar olması gereken bir tablo. Nitekim meselenin siyaset üstü olduğu, insan olan herkesin böyle durumlarda dayanışma ve destek göstermesi gerektiğini belirtmekte fayda var.
Peki ama en nihayetinde sadede gelirsek? 21 Ağustos'ta gerçekleşen olaydan bu yana neredeyse 1 buçuk ay oldu. Bizler artık Narin'i katledenin veya katledenlerin ortaya çıkarılıp, cinayetin tüm detaylarıyla açıklığa kavuşturulup, suçlunun veya suçluların en ağır cezayı aldığını görmek istiyoruz. Adalet yerini bulana kadar benim gözümde hiçbir çocuk tam anlamıyla güvende sayılamaz. Başka Narin'ler, Sıla'lar, Leyla'lar olmasın diye bugün adli sürecin en hızlı şekilde neticelendirilmesi hepimizin boynunun borcu. Konfüçyus'un sevdiğim bir sözü var; "Yüksek insanlar adalet için, alçak insanlar menfaatleri için çaba gösterir." diye. Yüksek insanlarının sayısının çoğalması dileğiyle.