Yükselen Yeni İmparatorluk Üzerine Negri ve Hardt Perspektifinden Bir Değerlendirme
Fatma Ece Gödeoğlu
SSCB'nin çöküşünden sonra, ulusal devletlerin egemenliği giderek zayıflarken, hızla artan bir küreselleşmeye tanık oluyoruz. Bir de buna makine öğrenmesini dahil edince ürküntü değil, korku duygusuna kapılmak doğal denilebilir. Yine aynı zamanda, teknolojik boyutta uluslararası ve üst ulusal örgütlerden oluşan yeni bir küresel egemenlik biçimi olan "imparatorluk" da ortaya çıkıyor. Ulus devletlerin zayıflaması ve imparatorluğun güçlenmesi, aynı madalyonun iki farklı yüzüdür. Yeri mi bilmiyorum ama Roma İmparatorluğu için mitlerde en önemli tanrılardan Janus'un zenginlik/yoksulluk ve barış/savaş gibi konulardaki etkilerine benzetebiliriz. Bu konuda ayrıca Karl Marx'ın Fransız Üçleme eserini öneririm. Yeniden İmparatorluk konusuna döndüğümüzde yeni ortaya çıkan imparatorluğu emperyalizmle karıştırmamak önemlidir. Emperyalizm, gücünü başkentinden alır ve belirli sınırlarla sınırlanırken, imparatorluk ise merkezi olmayan ve yerleşik olmayan bir yapıdır. Bu yapı, melez kimlikler ve esnek hiyerarşiler ile karakterizedir. Bu değişimler, üretimin endüstriyel fabrikalardan iletişimsel ve duygusal bir rejime doğru evrilmesine karşılık gelir. "Küresel ekonominin postmodernleşmesiyle, zenginlik yaratımı daha çok biyopolitik üretim olarak adlandırılan bir şeye yönelmektedir."
İmparatorluğun üç ana özelliği vardır: Bölgesel sınırları yoktur, tarihsel rejimin dışında görünür (zamansal sınırları yoktur) ve toplumsal dünyanın tüm düzenlerine hakimdir (iç kontrol sınırlarına sahip değildir). "İmparatorluk, sadece bir bölgeyi ve nüfusu yönetmekle kalmaz, aynı zamanda içinde yaşadığı dünyayı da şekillendirir." Pratiğe gelince, imparatorluk kavramı barışçıl bir iddia taşırken, gerçekte "kanla yıkanmıştır."
Antonio Negri ve Michel Hardt, "İmparatorluk" adlı kitabında, uluslararası düzenin değişen dinamiklerini ve ulus devletlerin egemenliğinin zayıflamasını ele alarak, bu süreçlere karşı nasıl bir yaklaşım geliştirilmesi gerektiğini tartışıyorlar. Onlara göre, bu yeni küresel düzeni sadece direnerek değil, onu yeniden şekillendirerek ve yeni amaçlara doğru yönlendirerek karşılamak önemlidir. Bu bağlamda, "çokluk" kavramı ortaya çıkıyor; kolektif siyasi bir özne olarak çokluk, yeni demokratik biçimler icat edebilir ve sonuçta imparatorluk tahakkümüne karşı mücadele edebilecek bir "karşı-imparatorluk" oluşturabilir.
İmparatorluğun doğuşunu anlamak için, Hardt ve Negri'nin imparatorluk kavramını açıklarken vurguladıkları noktalar önemlidir. İmparatorluk, piyasa güçleri veya merkezi bir otoritenin iradesiyle değil, daha karmaşık ve dağınık bir yapıya sahiptir. Onların perspektifinden, imparatorluk bir merkezi otoriteye dayanmaz; tam tersine, çok merkezlidir ve sınırları belirsizdir. Bu yapı, geleneksel ulusal devletlerin yerini alarak, küresel düzenin farklı katmanlarına yayılan ve onları etkileyen bir güç haline gelir.
Hukukun evrimi de bu süreçte önemli bir role sahiptir. Negri ve Hardt, imparatorluğun hukuki yapısını anlamaya çalışırken, uluslararası hukukun teorik temellerini inceleyerek bu bağlamda bir analiz sunarlar. Modern dünyada, uluslararası hukuk ve "adil savaş" gibi kavramlar, imparatorluğun hukuki düzeninde merkezi bir yer işgal eder. Bu yeni hukuki paradigmalar, siyasi, kültürel ve ontolojik dönüşümleri de beraberinde getirirken, imparatorluğun nasıl işlediği ve küresel düzenin şekillendirilmesinde nasıl bir rol oynadığı konusunda bize önemli ipuçları verir.
İmparatorluk kavramı, belirli bir merkezi otorite iddiasıyla değil, daha çok yatay olarak eklemlenen, dinamik ve esnek bir yapıdan kaynaklanan hiyerarşik bir sistem olarak tanımlanabilir. Bu yapı, meşruiyetini barış ve denge gibi değerlerden alırken, sürekli anlaşmalar ve müzakereler yoluyla yetki gereksinimini ve otoriteyi sürdürür. İmparatorluk, çatışmaları çözmek için bir otorite kaynağı olarak görülür ve bu otorite, Carl Schmitt'in vurguladığı gibi istisnayı tanımlama ve krizleri yönetme yeteneğiyle ilişkilendirilir. Bu bağlamda, evrensel bir polis hakkı kurulur ve belirli devletlerin iç işlerine müdahale edilmesi, evrensel etik değerlerle meşrulaştırılır.
Bireyler, bu yeni düzen içinde yerel aracıların yerine geçen doğrudan bir ilişki kurarlar, ancak bu durum imparatorluğun kriz veya yozlaşma süreçlerine de açık olduğunu gösterir. Adalet ve barışın tanımı konusundaki sorunlar, imparatorluğun evrensel bir fikir birliği üzerinde somutlaşamayacağını ve bu nedenle gerçek bir çözüme ulaşamayacağını vurgular. Bu bağlamda, yeni imparatorluk anayasasının gücü, kalabalıkta ifade edilen bir fikir birliğiyle somutlaşmak zorundadır, ancak bu süreçlerin sağlam temellere dayanıp dayanmadığı tartışma konusudur.