Sessizliğin Çığlığı: Adolescence ve Kuşakların Labirentinde

Fatma Ece Gödeoğlu

Fatma Ece Gödeoğlu

İletişimci& Psikolog& SinemaTv Uzmanı
23.03.2025 08:41

Yalnızlık, bir çocuğun odasında yankılanan bir sessizliktir. Etrafımızı dijital dünyada milyonlarca insan sararken, bir çocuk, içindeki derin boşluğu yalnızca dış dünyaya açılan bir pencerenin ötesinde keşfeder. O an, tüm gözlerin üzerine odaklandığı bir zamanda, bir yudum kahve alır gibi hayatın ağır yükünü hissetmek, her şeyin hızla geçip gitmesi gibi bir şeydir. Ebeveynler, "Daha fazla sevgi göster!" diye bağırırken, çocuklar yalnızca duygusal bir boşluğa doğru sürüklenirler.

Adolescence dizisi, bilinç akışında bir yolculuğa davet eder. Ancak bu yolculuk, çoktan kaybolmuş bir bağın izini sürmekten başka bir şey değildir. 13 yaşındaki Jamie Miller, okulda bir cinayetle suçlanmış ve etrafındaki herkes ona bakarken, kimse onu gerçekten görmemektedir. Sosyal medya, siber zorbalık, toplumsal baskılar – her şey öylesine yoğun ve gerilim doludur ki, her bir detay, kendini anlatırken aslında çok daha derin bir kuşak analizi ve toplumsal yapının bürokratik kapanlarındaki insan ruhunun zorlayıcı mücadelesini açığa çıkarır.

Ancak Adolescence yalnızca bir suç draması değildir. Kuşaklar arası çatışmaların ve bireysel travmaların derin bir araştırmasıdır. Modern toplumun ve teknoloji çağının ruhsal etkileri, X, Y, Z ve Alfa kuşakları ile birleştiğinde, bu yapım bir kesitte durmak yerine, zamanın nehrinde sürüklenen bir kayığa dönüşür. Her kuşağın, kendi dünyasında kurduğu çelişkiler, duygusal boşluklar ve kaybolan kimlikler, aslında insan ruhunun toplumsal sistemlerle sınandığını gösteren keskin bir portre sunar.

Çocukluk ve Yıkımın Başlangıcı

Jamie'nin altını ıslatması, izlediğimiz her ayrıntıdan çok daha derin bir anlam taşır. Sigmund Freud'a göre, bu tür bedensel tepkiler, bilinçdışına dair derin ipuçları sunar. Çocukların biyolojik değil, psikolojik bir şekilde yetersizlik yaşaması, güven duygularının sarsıldığını gösterir. Jamie'nin korkusu, aslında toplumsal yapının onun ruhuna yaptığı etkiden başka bir şey değildir. Aile içindeki boşlukları kimse fark etmemekte, bir çocuğun dünyasına dokunmaya çalışan babalar, sessizlikleriyle çözülmeyen problemleri doğururlar. Jamie'nin babası, ona sesini duyurmak yerine, her seferinde gözlerini kaçıran bir figürdür. Bu noktada Lacan'ın Baba'nın Adı kavramı devreye girer; çocukların özdeşim kurduğu figür, hayatın doğruluğu ve yanlışlığına dair ilk yol göstericilerdir.

Kuşaklar Arası Çatışma: X, Y, Z ve Alfa Kuşakları

Dizinin toplumsal eleştirisi yalnızca bireysel travmalarla sınırlı kalmaz, aynı zamanda kuşaklar arasındaki köprüleri de kırar. X kuşağı, hala otoriteyi ve "yeterince iyi anne-baba" olmayı hedeflerken, Y kuşağı sosyal medya ve bireysel başarıya dayalı bir dünyada ebeveynlik yapmaya başlar. Z kuşağı ise tüm bu kavramlardan uzaklaşmış, dijital bir varlık olarak dünyaya bakmaktadır. Çocukların altını ıslatmaları, suskunlukları ve odalarına kapanmaları, her kuşağın ebeveynlik anlayışının farklılığını yansıtır. Bu farklılıklar, her kuşağın ruhsal dünyasını nasıl şekillendirdiğini gösteren birer işarettir.

Daha derinlemesine incelendiğinde, Alfa kuşağının Z kuşağından çok daha farklı bir ilişki geliştirdiği görülür. Hiper-bağlantılı, dijital dünyada her an paylaşımlar yapan bu kuşak, aslında duygusal boşluklarının bir yansıması olarak ekranlarıyla arasında kurdukları uçurumu fark etmeden hayatlarına devam eder. Adolescence tam burada devreye girer; sosyal medya, çevrimiçi kimlikler, beğeniler ve paylaşımlar arasında sıkışmış, herkesin ve her şeyin "görülme" ihtiyacının acısını çeken bir gençlik portresi sunar.

Dizinin önemli bir sahnesinde, müfettiş, aynı okulda eğitim gören oğluna yaklaşır ve sorar:

"Matrix'i mi izlediniz?"

Bu soru sadece bir film referansı değil, aynı zamanda kuşaklar arası bir farkındalık farkıdır. Oğul, gülümseyerek, babasının ne demek istediğini çok iyi bildiğini gösterir. Ancak asıl çarpıcı cevap, oğlunun emojiler ve dijital dil üzerine yaptığı açıklamadır:

"Her emoji'nin bir anlamı var, baba. Bunu bilmelisin," der.

Bu kısa ama derin diyalog, Z kuşağının dijital dilin ve simgelerin dünyasında nasıl büyüdüğünü ve anlamların yüzeysel olmanın ötesine geçerek daha derinlemesine inşa edildiğini gösterir. Oğul, duygularını kelimelerle değil, küçük sembollerle ifade etmektedir. Bu da aslında günümüz gençliğinin, yaşadığı gerçekliği soyut, hızlı ve anlam yüklü bir biçimde algıladığının göstergesidir.

Ebeveynlik ve Sessizlik

Jamie'nin sessizliği, her şeyden önce bir çatışmanın göstergesidir. Odaya kapanması, ailesinin kayıtsızlığı ve boşluğa doğru sürüklenişi, bir çocuğun gerçek duygusal ihtiyaçlarının görmezden gelindiği derin bir anlatıdır. "Sorunu olsa sesi çıkardı" repliği, aslında ebeveynlerin en büyük hatalarını gözler önüne serer. Sartre'ın cehennem başkalarıdır sözünü hatırlayın; burada, çocuğun içsel cehennemi, ailesi tarafından sürekli büyütülür. Onlar, dijital dünyada "bağlantı kuran" ancak birbirleriyle gerçek bir bağ kuramayan bir nesil yetiştirmektedirler.

Ebeveynlik, toplumsal yapılar ve dijital dünya arasındaki o ince çizgide, Jamie'nin çığlığı hala kulağımda çınlıyor. Çünkü belki de en büyük soru şu: Bu sessizliğe ne kadar daha kulak vereceğiz?

Dijital Dünyada Özsaygı ve Gençlik Kimliği

Sosyal medya, gençlerin kimliklerini şekillendiren bir platform olarak hem onlara büyük bir özgürlük alanı sunuyor hem de onları derin bir boşluğa çekiyor. Araştırmalar, sosyal medyanın gençlerin özsaygısını dışsal onayla şekillendirdiğini ve bu durumun çoğu zaman kimlik krizlerine yol açtığını gösteriyor. Ancak Adolescence dizisi bu durumu yüzeysel bir şekilde işlemiyor. Jamie'nin hikayesi, sosyal medya ve siber zorbalık arasındaki ince çizgiyi, bireysel travmalarla harmanlıyor. Bu gençlik, dijital dünyada birer avatar olarak var olurken, gerçek dünyada kendilerini kaybediyor.

X kuşağının ebeveynleri, yalnızca "görülme" çabasını fark etmekle yetinirken, Z ve Alfa kuşağı bu sosyal medya kültürünün getirdiği "görünürlük" ihtiyacının bir parçası olarak özsaygılarının dışsal onaylarla şekillendiği bir dünyada yaşamaktadır. Jamie'nin içsel dünyasındaki çatlaklar, işte tam da bu dışsal kimliklerin çatlamasıyla şekillenir. Adolescence, bir toplumsal incelemeden çok daha fazlasıdır; kuşaklar arası bir savaşı, duygusal bağların kopmaya başladığı ve çocukların kendilerini yalnız hissettikleri bir dünyada, her sessizliğin bir çığlığa dönüşmesini resmediyor. Jamie'nin hikayesi, kuşakların yalnızca birer geçiş aracı değil, aynı zamanda birer travma alanı olarak nasıl işlediğini gösteriyor. Bu sessizlik, yalnızca bireysel değil, toplumsal yapılar ve dijital dünyadaki varlığımızla şekillenen bir çığlıktır.

Ancak belki de en büyük soru şu: Bu sessizliğe ne kadar daha kulak vereceğiz? Gelecekte, bu çığlığı duyabilen bir toplum inşa edebilir miyiz? Kuşaklar arası anlayış ve dijital dünyadaki bağların yeniden şekillenmesi, belki de bu sorunun cevabını arayabileceğimiz ilk adım olacaktır.

title