Fatma Ece Gödeoğlu

Serseri Kurşun: Demir Kubbe

23.06.2025 14:09
Haber Detay Image

Ortadoğu'da tarihin ritmi hiçbir zaman düz çizgide akmadı. Her kriz, kökleri antik inançlara, yüzyıllık kırgınlıklara ve uluslararası jeopolitiğin ince hesaplarına dayanan büyük kırılmaların yeniden sahneye çıkışı oldu. Son haftalarda İsrail ile İran arasında yaşanan sıcak çatışmalar ve bu süreçte İsrail'in simge savunma sistemi Demir Kubbe'nin işlevsiz kalması, yalnızca teknik bir arıza olarak değerlendirilemez. Bu gelişme, "serseri kurşun" teorisinin tarihi iradeyle nasıl iç içe geçebileceğine dair karmaşık bir metaforu da içinde taşımaktadır.

Serseri Kurşun Teorisi

"Serseri kurşun teorisi" esasen, savaşlar ve kaotik dönemlerde belirli bir amacı olmayan ya da failin tespiti güç olan eylemlerin, zamanla belirli hedeflere hizmet etmesi üzerinden okunur. Bu teoride kaos bilinçli olarak organize edilmez ama yönlendirilir. Demir Kubbe gibi sofistike bir savunma sisteminin devre dışı kalması, sıradan bir askeri başarısızlık değil, tarihsel bir mesaj gibi okunmalı.

Sistemin zayıflığı, İran tarafından atılan yoğun füze saldırılarının teknik sınırları zorlamasıyla açıklansa da, bazı analistler bu çöküşü; kutsal mekanlar üzerinden yürütülen daha derin bir sembolik savaşın sonucu olarak değerlendiriyor. Demir Kubbe'nin "çöktüğü" an, Kudüs semalarında dolaşan eski bir rüyanın –ya da kâbusun– yeniden canlanması anlamına geliyor: Mescid-i Aksa'nın yıkılması ve yerine Yahudi inancının merkezi olan Üçüncü Tapınak'ın inşası.

Bu olasılık, yalnızca dini bir fantezi değil; siyasal siyonizmin en radikal kanadının ideolojik hedefidir. Aşırı sağcı dini gruplar uzun süredir, Üçüncü Tapınak'ın yeniden inşasının İsrail'in "ilahi kaderi"nin tamamlanması anlamına geldiğini savunuyor. İran ise bu fikri, Şii dünyanın varoluşsal tehdidi olarak görüyor.

Bu çelişki, yalnızca iki devlet arasında değil; medeniyetler, kutsal metinler ve farklı "kıyamet" vizyonları arasında yaşanıyor.

Bernard Lewis'in Aynasından Ortadoğu

Bernard Lewis, özellikle "The Crisis of Islam" (İslam'ın Krizi) ve "What Went Wrong?" gibi eserlerinde, Ortadoğu'daki çatışmaların tarihsel sürekliliğini "modernlik krizine" bağlamıştı. Ona göre bölge halkları Batı teknolojisini kopyaladı ama Batı'nın "kurumsal zihniyetini" içselleştiremedi. Lewis, Kudüs'ün hem Yahudilik hem İslam hem de Hristiyanlık için merkezî konumunu vurgularken, bu alanın kontrolünün asla yalnızca dünyevi bir mesele olmadığını savunur.

Lewis'in satır aralarında geçen bir görüş oldukça dikkat çekicidir: "Ortadoğu'da kutsal olanın siyasallaştırılması, laik stratejilerin kutsallaştırılmasından daha tehlikelidir." Bugün İsrail'in içinde yükselen radikal dindar gruplar ile İran'daki teokratik düzenin karşı karşıya gelişi, tam da Lewis'in işaret ettiği türden bir kriz üretmektedir. Demir Kubbe'nin çökmesi, sembolik olarak Tanrısal korumanın da kırıldığına işaret etmekte; "ilahi takdirin yön değiştirdiği" izlenimini yaratmaktadır.

Tapınağın Hayali, Aksa'nın Göçü

Peki Mescid-i Aksa yıkılır mı? Bu, teknik olarak mümkün olsa da pratikte bütün İslam dünyasını tetikleyecek bir kıyamet senaryosudur. Ancak burada serseri kurşun teorisi yeniden devreye girer: Aksa'nın "kazara" yıkılması, bir füze, bir sarsıntı ya da bir sabotajla mümkün kılınırsa, bu eylemin kimin tarafından yapıldığı bile belirsiz kalabilir. Ama sonuç, her hâlükârda tarihî ve kutsal bağlamda derin sarsıntılar yaratacaktır.

İşte bu noktada, her şeyin görünenden daha çok bir "niyet mühendisliği" olduğuna dair şüpheler güçleniyor. İran-İsrail savaşında Demir Kubbe'nin suskun kalması, sadece bir radar arızası değil; belki de tarihin kendine özgü şekilde dile gelmesidir. Kudüs'te bir taş yıkılırsa, yalnızca duvarlar değil, medeniyetin belleği de sarsılır.

Yazarın Tüm Yazıları

title