Ormanın Ötesindeki Gerçek: Kırmızı Başlıklı Kız Masalı ve Travma

Fatma Ece Gödeoğlu

Zeplinart Dergisi'nin Nisan-Mayıs sayısında yayımlanan "Kırmızı Başlıklı Kız Masalı" başlıklı yazıma, içtenlikle ve derin bir düşünsel dikkatle atıfta bulunan, yedi yıl önce çevirdiği metinler üzerinden zarif bir köprü kuran Zeplinart Genel Yayın Yönetmeni Sevgili Zeynep Çiftçi'ye gönülden teşekkür ederim. Jack Zipes'in Peri Masalları ve Yıkama Sanatı adlı çalışması etrafında gelişen bu karşılaşma, yalnızca iki yazarın yollarını değil, masalların zamansız gücünü ve çağrışımlarını da yeniden kesiştiriyor.
Bu vesileyle siz değerli okuyucularıma da "Kırmızı Başlıklı Kız" masalına bu kez farklı bir gözle, belki de içinizde bir yerlere dokunacak bir sezgiyle yaklaştığımı belirtmek isterim. Öte yandan, derginin aynı sayısında Jung bağlamında kaleme aldığım yazımı merak ederseniz, Zeplinart'ın basılı versiyonuna seçkin yayınevlerinden ulaşabilirsiniz. Kaleme aldığım bu yazıda, yalnızca çocukluğun tanıdık örüntülerine değil, bilinçdışımızın karanlık kıvrımlarına da uzanan bir iç yolculuğun izini sürmeye çalışacağım. Şimdi gelin, bu tanıdık gibi görünen masalı, ormanın sessizliğinde yankılanan derin bir çığlık gibi yeniden duymaya çalışalım mı?
Yüzeyde bakıldığında "Kırmızı Başlıklı Kız", masum bir çocuğun başına gelen basit bir olayın hikâyesidir. Küçük bir kız, hasta büyükannesini ziyaret etmek üzere ormana gider, bir kurtla karşılaşır, kandırılır, büyükannesinin yerine geçen kurdun tuzağına düşer, sonra ya yenir ya da bir avcı tarafından kurtarılır. Ancak bu masala bir kez daha dikkatle, sorgulayıcı gözle bakıldığında, çok daha karmaşık, karanlık ve rahatsız edici bir dünya ortaya çıkar.
Anne Figürünün Belirsizliği: İhmal mi, İhanet mi?
En başta, anne karakterinin eylemleri kafa karıştırıcıdır. Kızının tek başına, ormanın karanlık yollarından geçerek büyükannesine gitmesini istemesi, yüzeyde sevgi dolu bir görev gibi görünür. Ama durup düşünün: Ormanın tehlikelerle dolu olduğu söylenir – öyleyse anne neden çocuğunu yalnız gönderir? Neden bu tehlikeyi önceden tahmin edemez ya da birlikte gitmeyi teklif etmez?
Masal, annenin evde kalmasını açıklamaz. Acaba gerçekten büyükannenin sağlığı için mi endişeleniyordu, yoksa kendi çıkarlarını mı gözetiyordu? Daha da ileri giderek sorabiliriz: Kızının başına geleceklerden haberdar mıydı? Belki de annesi, çocuğunun güzelliğini, saflığını ya da dikkat çeken varlığını bir tehdit olarak algılamıştı. Ya da belki orman sadece fiziki değil, ahlaki ve cinsel bir sınav yeriydi – kızın yalnızca büyümek değil, "gözden kaybolmak" için gönderildiği bir geçit töreni.
Kurt: Aptal Yırtıcı mı, Sahte Kurtarıcı mı?
Kurdun hikâyedeki rolü ise daha da tuhaf. Konuşabiliyor, plan yapabiliyor, hatta kılık değiştirme gibi karmaşık eylemleri gerçekleştirebiliyor. Peki neden ilk karşılaştığı anda kıza saldırmaz? Neden büyükannenin evine gidip onu yedikten sonra pusuya yatar? Bu davranış, bir yırtıcıdan çok bir aktöre, bir sahne oyuncusuna aittir – ve belki de bir kurttan fazlasıdır.
Acaba kurt, gerçekten bir hayvan değil de insan kılığına girmiş bir şeytan, bir tacizci ya da bir koruyucu olabilir mi? Belki de hikâye baştan sona ters yüz edilmelidir: Belki de kurt, kıza saldırması için gönderilen bir başkası tarafından takip edildiğini biliyor ve onu zaman kazanarak kurtarmaya çalışıyordur. Belki büyükannenin evinde beklemesi bir tuzaktır – kızın başına daha kötü bir şey gelmesin diye yapılan bir son çabadır.
Bir Kıyafet mi, Bir Damga mı?
Peki ya başlıktaki o meşhur "kırmızı başlık"? Neden bu masal onun adıyla anılır? Gerçek olaylar değil de, başlık neden hafızada kalır? Çünkü başlık yalnızca bir kıyafet değil, bir işarettir – belki bir hedef. Belki de başlık, kızın seçilmişliğini gösterir. Diğer herkesin gözünde o artık sıradan biri değil, işaretlenmiş bir varlıktır. Bir rengine ve şekline indirgenmiş bir sembol – tıpkı kurbanların ya da ayinlerin katılımcılarının taşıdığı gibi.
Kırmızı – masumiyetin kaybını, şehveti, kanı, hatta ölümü temsil edebilir. Bu renk, sadece çocukça bir moda tercihi değil; cinsel bir uyanışın ya da bir "yetişkinliğe geçiş ayininin" sembolüdür. Kızın başına gelenler, yalnızca bir masal değil, bir toplumun bastırdığı arzuların, korkuların ve suçlarının hikâyesidir.
Zamanın ve Kültürlerin Ötesinde
"Kırmızı Başlıklı Kız", sadece Batı dünyasında değil, antik Çin, Japonya, Kore ve Orta Doğu anlatılarında da benzer şekillerde karşımıza çıkar. Bu kadar farklı kültürlerde, benzer temalarla yaşatılması, onun içsel bir gerçeğe işaret ettiğini gösterir: Belki de bu masal, insan doğasına ait evrensel bir tehdidin – bir korkunun, bir gizemin – alegorisidir. Binlerce yıldır anlatılmasının nedeni, onun bir "masal" değil, bir "uyarı" olmasıdır.
Gerçek şu ki, hikâyede yer alan hiç kimse tam anlamıyla güvenilir değildir. Ne anne ne kurt ne büyükanne, hatta belki ne de kız. Her biri, sistemin içinde bir rol oynar – ya kurban ya düzenbaz ya da sessiz izleyici.
Masal Değil, Maskelenmiş Gerçek
Bu yüzden "Kırmızı Başlıklı Kız", yalnızca çocuklara anlatılan masum bir öykü değildir. O, toplumun bastırılmış suçlarını, kadın bedeni üzerinden kurulan kontrol mekanizmalarını, ihmalin maskelendiği sevgiyi ve suç ortaklığının gizlendiği sessizliği anlatır. Gerçek soruyu şimdi sorabiliriz: Bu hikâyenin bunca zaman boyunca yaşatılmasına neden olan şey basit bir anlatı mı, yoksa toplumsal belleğimizde hâlâ çözülmemiş, bastırılmış bir travma mı?