Kendiniz İçin Yaşamak
Fatma Ece Gödeoğlu
Hayatın bir noktasında, herkesin içinden geçtiği ama az kişinin farkına vardığı o sessiz dönüm noktasına ulaşırız: Artık başkalarının onayını aramayı bırakırız. Bu, çevremizde olup bitenlere kayıtsız kalmak anlamına gelmez; tam aksine, dış dünyanın seslerini bir kenara bırakıp kendimize, gerçek benliğimize dönmektir. O an, insanın özgüvenini kendi değerlerinden almasını sağlayan bir içsel huzura doğru yaptığı uzun ve sabırlı bir yürüyüştür.
Hayatımız boyunca, etrafımızdakileri etkileme ihtiyacıyla büyütülürüz. Okulda iyi bir not aldığımızda, işte bir başarı elde ettiğimizde, sosyal çevremizde beğeni topladığımızda beynimiz, tatmin duygusunu destekleyen dopamin salgılar. Ancak, sürekli dış onay arayışı, özgünlüğümüzden ödün vermemize ve başkalarının gözündeki değerimize göre şekillenmemize neden olur.
Fakat öyle bir an gelir ki artık bu etkileme ihtiyacı geri planda kalır ve özgün bir hayat arzusu, ruhumuzda daha derin kökler salmaya başlar. Dışarıdan gelecek her onayın bizi mutlu etmeye yetmediğini anladığımızda, kendi değerlerimize dönmekten başka bir yol kalmaz. Kendimiz için yaşamaya başladığımız o dönemde, içimizde bir özgürlük hissi doğar. Araştırmalar da gösteriyor ki, hayatı başkalarını memnun etmek için şekillendirmeyi bırakıp kendi yolumuzda ilerleyenler, daha yüksek bir psikolojik iyi oluş bildiriyor.
Bu aşamaya geldiğimizin işaretleri çok net: Artık başkalarının düşünceleriyle endişelenmiyoruz; yaptığımız seçimler, dış dünyaya değil, kendi değerlerimize dayanıyor. Bu süreçte, insan ilişkileri bile daha gerçek bir boyut kazanıyor. Başkalarının beklentilerine göre hareket etmeyi bıraktığımızda, kendimizi saklamadan, olduğumuz gibi davranarak daha tatmin edici bağlantılar kurabiliyoruz. Yine araştırmalar gösteriyor ki, bu özgünlüğe ulaşan insanlar daha güçlü ilişkiler kuruyor ve daha fazla tatmin yaşıyor.
Başkalarını etkilemeye yönelik çabalarımızı bıraktığımızda yaşamımızda birçok avantajı da keşfederiz. Özsaygımız daha güçlü hale gelir; ilişkilerimiz daha anlamlı olur ve yaratıcılığımızın sınırlarını zorlayabiliriz. "Akış" teorisiyle tanınan Mihaly Csikszentmihalyi, dış etkenlerin önemini arka plana atanların daha yaratıcı, daha gerçekçi ve daha tatmin dolu hayatlar yaşadığını vurguluyor.
Bu aşamaya ulaşmanın yolu ise farkındalıktan geçiyor. Anın içinde kalmayı, gerçekten neye ihtiyacımız olduğunu fark etmeyi öğreniyoruz. Kendimize karşı dürüst olduğumuzda, başkalarının beklentilerine göre değil, kendi iç sesimize göre seçimler yapıyoruz. Bu yolculuğun bir başka önemli parçası da suçluluk duymadan "hayır" diyebilmek. Artık kimseyi etkileme zorunluluğu hissetmediğimizde, sınırlarımızı belirlemek, zamanımızı ve enerjimizi korumak için "hayır" diyebiliyor ve bu kararın huzurunu yaşıyoruz.
Tüm bunların özeti şudur: Kendimiz için yaşamak cesaret ister. Bu yolculukta herkesin beğenisini kazanamayacağımızı kabul eder, hayatımızı başkaları değil, kendi değerlerimiz ve ihtiyaçlarımız doğrultusunda şekillendiririz. Bu, başkalarına kayıtsız kalmak değil, içsel huzuru öncelik haline getirmektir. Çünkü hayat, başkalarını değil, en çok kendimizi memnun etmemiz gereken bir yolculuktur.