"Kan" Filmi: Doğu'nun Acımasız Gerçekleri
Fatma Ece Gödeoğlu
"Kan," bizi Doğu'nun ve Güneydoğu'nun en derinlerine, törelerin sert kollarına, intikam ateşine, geleneklerin acımasızlığına, silahların hükümranlığına, çok eşliliğe, ihanete ve korkunun hüküm sürdüğü bir dünyaya götüren çarpıcı bir yapım. Bu film, bu gelişmemiş toprakların kara yazgılı insanlarının hayatlarına dokunuyor ve izleyiciyi onların kaderleriyle yüzleştiriyor. Yönetmen Şerif Gören'in ustalıkla çektiği "Kan," Tarık Akan, Serpil Çakmaklı, Alev Sayın ve Hakan Balamir gibi usta oyuncuları bir araya getiriyor. Filmde, kan davası ve törelerin çatışmasında sıkışmış karakterlerin trajik öyküleri anlatılıyor. Güçlü görsel anlatımı ve Aytekin Çakmakçı'nın etkileyici görüntüleriyle desteklenen bu film, izleyicilere hem dramatik hem de görsel bir şölen sunuyor. Başrol oyuncusu Tarık Akan, Seyyit Ali ve Haydar Ali karakterleriyle seyirciye iki zıt ruh hali sunuyor: biri deli dolu, diğeri ise korkunun gölgesinde yaşayan bir adam. Serpil Çakmaklı'nın sessiz ve derin performansı, filmdeki duygusal yoğunluğu daha da artırıyor.
1985 yapımı film sadece dramatik değil, aynı zamanda Freud ve Lacan'ın psikolojik teorilerini de yansıtan bir yapıt. Fallik sembolizm, Oedipus kompleksi, yasak arzular ve bilinçdışı dürtüler gibi temalar, karakterlerin içsel çatışmaları ve toplumsal baskılarla nasıl başa çıktıklarını gözler önüne seriyor. Zülfü Livaneli'nin müzikleri, filmin atmosferini tamamlayan ve duygusal derinliği artıran bir unsur olarak öne çıkıyor. Yerel tınılardan uzaklaşarak, yaylılar ve üflemelilerle oluşturulan müzikler, filmin dramatik yapısını güçlendiriyor.
Film izleyiciyi Doğu'nun, Güneydoğu'nun kalbine, törelerin sıkı kollarına, intikam ateşine, geleneklerin acımasızlığına, silahların hükümranlığına, çok eşliliğe, ihanete ve korku imparatorluğunun tam ortasına götürüyor. Hikâye, bu gelişmemiş toprakların kara yazgılı insanları üzerine kurulmuş. Filmin başında iki düşman aşireti görüyoruz. Seydiler'den dağ gibi heybetli ve deli dolu Seyyit Ali (Tarık Akan), komşu aşiretin düğününü basar. Havaya silah sıkarak neşeli davetlilerin huzurunu kaçırır. Onun derdi, bu şenliğe davet edilmemiş olmasıdır. Aşiret başı Osman Ağa'dan bunun hesabını sorar. Osman Ağa, alttan alarak bal kıvamında sözlerle Seyyit Ali'yi yatıştırmaya çalışır. Ancak şenliğin ilerleyen saatlerinde Seyyit Ali, atının kuyruğunun kesildiğini fark eder ve çileden çıkar. Törelere göre atın kuyruğu, kadının saçı ve erkeğin bıyığı kutsaldır ve bunlara dokunmak kan çıkarır. Seyyit Ali, atını vurup öldürür ve bir kurşun da Osman Ağa'ya sıkarak namusunu temizler. Bu olay sonrası zincirleme katliamlar başlar, bir yandan bir öte yana.
Köyü terk etmeye niyetlenen ve aşireti oğlu Haydar Ali'nin (yine Tarık Akan) güçlü kollarına teslim eden baba, bir tenhada kıstırılıp öldürüldüğünde yeni bir sorun ortaya çıkar. Haydar Ali bir gün öldüğünde aşiret kime kalacaktır? Çünkü genç adam, evli olduğu karısından (Alev Sayın) çocuk yapamamıştır ve acil olarak bir kumaya ihtiyaç duyulmaktadır. Yeni eş hemen bulunur: Cansu (Serpil Çakmaklı). Ancak tuhaf olan, Cansu'nun Osman Ağa'nın oğlu, düşman aşiretin başına geçmiş olan Battal'a (Hakan Balamir) gönül düşürmüş olmasıdır. Cinayetler devam ederken, kan dökme sırası Battal'ın tarafındadır. Battal, tenhada rastladığı ve yine kendisine tatlı tatlı sırıtan Cansu'ya, Haydar Ali ile birebir hesaplaşmak istediğini söyler. Bu meydan okuma Haydar Ali'yi sarsar; her koşulda yaşamalı ve aşiretine bir oğlan evlat armağan etmelidir. Bu nedenle dağlık, ulaşılması zor bir doruktaki şatoya kapanır iki karısıyla. Sabah akşam yeni gelini döllemeye çalışır. Erzak ve diğer ihtiyaçlar has adamı Fadıl (Necmettin Çobanoğlu) tarafından getirilir konuta. Cansu hamile kalır. Seyirci olarak hala sorarız: bu hamileliğin mimarı Haydar Ali mi yoksa Battal mı?
Şatoda yaşam zor geçer. Haydar Ali yataktan yatağa dolaşsa bile hep tedirgindir. Korku dağları beklemektedir ve her yeni doğan gün bu endişeyi koyulaştırır. Ölümü bekleyiş, ölümün kendisinden daha azap verici hale dönüşür. Yiğitliklerini köy baskınlarında gördüğümüz Haydar Ali, acınacak hale gelir bu süreçte. Ve babasının sözünü anımsar: "Korkuyla cesaret ikiz kardeşlerdir." Bir gün şatoda kalmaktan sıkılan iki gelin dışarıda dolaşmak isterler. Haydar Ali de dışarı çıkmaya karar verir. Dışarıda kar vardır ve beklenmeyen bir şey olur. Cansu'yu yine tenhada kıstıran Battal, genç kadının saçından bir tutam kesmek ister. Durumun farkına varan Haydar Ali, aşiretin geleceğini düşünerek bu duruma boyun eğer.
Haydar Ali, Fadıl ve iki gelinle yola çıkar; kıştır, her yer karla kaplıdır. Haydar Ali, yeni gelini karnında erkek olduğunu varsaydığı bebeğiyle Fadıl'a emanet eder. Üçünü bir arada yollar. Kendisi Battal ile hesaplaşmak için bekler sonsuz beyazlığın içinde ve vuruşurlar. Haydar Ali silahına bile el atmaz, bekleyiş ve ölüm korkusu onu bitirmiştir. Ölümü bir kurtuluş olarak görür ve Battal'ın silahından ölümü bulur. Ancak son sahnelerde aynı korkunun Battal'ın yüzünde dolaştığını izleriz. Battal'dır artık yeni kurban. Şerif Gören, filmin her sahnesini özenle çekmiş. Osman Şahin'in hikayesinden bir korku ve bekleyiş destanı yaratmış. Tarık Akan hem deli dolu Seyyit Ali'yi hem de korku imparatorluğunda küçülen Haydar Ali'yi mükemmel bir şekilde canlandırmış. Serpil Çakmaklı, Gören'in yönetiminde çok sessiz, sade ve inandırıcı bir performans sergilemiş. Alev Sayın da kısa süren oyunculuk kariyerinin en önemli rolünde burada yer alıyor. Hakan Balamir ise Battal rolünde idare ediyor. Gören filmlerinin yumuşak karnı olan müzikler bu kez beklenmedik derecede başarılı. Zülfü Livaneli, yerel tınılara rağbet etmeden, yaylılar, flüt ve kamış üflemelilerle temiz bir iş çıkarmış. Aferin ona da.
Kan Filminin Psikolojik Bağlamda Değerlendirilmesi
"Kan" filmi, sadece geleneksel ve toplumsal baskıları değil, aynı zamanda derin psikolojik temaları da ele alarak izleyiciyi bu karmaşık dünyada bir yolculuğa çıkarıyor. Film, Sigmund Freud ve Jacques Lacan'ın psikolojik teorilerini yansıtarak karakterlerin içsel çatışmalarını ve bilinçdışı dürtülerini gözler önüne seriyor. Seyyit Ali karakteri, Freud'un fallik dönem kavramıyla ilişkilendirilebilir. Düğün sahnesinde havaya ateş açarak gücünü ve otoritesini kanıtlamaya çalışması, narsisistik bir yaralanmaya karşı bir savunma mekanizması olarak görülebilir. Atının kuyruğunun kesilmesi, Seyyit Ali'nin fallik semboller üzerinden namus ve güç algısını temsil eder. Freud'un fallik sembolizmi bağlamında, atın kuyruğu erkeklik ve gücü temsil eder. Seyyit Ali'nin tepkisi, bu sembolik saldırıya karşı bir savunma ve namus temizleme çabasıdır.
Haydar Ali karakteri, Freud'un Oedipus kompleksiyle ilişkilendirilebilir. Babasının ölümünden sonra aşiretin lideri olarak yerini almak zorunda kalması, Oedipal bir çatışmayı temsil eder. Babasının yerini almak ve onun otoritesini devralmak, bilinçdışı bir arzunun gerçekleşmesi olarak görülebilir. Haydar Ali'nin çocuk sahibi olma takıntısı, Freud'un ölüm dürtüsü ve yaşamın devamlılığına dair endişeleriyle ilişkilendirilebilir. İki kadınla birlikte şatoya kapanması, güvende olma arayışı ve ölüm korkusuyla başa çıkma çabası olarak yorumlanabilir. Cansu'nun Battal'a olan ilgisi, yasak arzular ve bilinçdışı dürtülerle açıklanabilir. Lacan'ın ayna evresi ve "öteki" kavramları bağlamında, Cansu'nun Battal'da kendisini tamamlayan, eksik yanını bulduğu bir öteki görmesi olarak yorumlanabilir. Bu yasak arzular, toplumun baskıları ve normları tarafından bastırılır, ancak bilinçdışı düzeyde varlığını sürdürür. Cansu'nun Battal ile gizli görüşmeleri ve hamileliği, bilinçdışı arzuların bir yansımasıdır. Silah ve şiddet, gücün ve kontrolün sembolleridir. Seyyit Ali ve Haydar Ali'nin silah kullanımı, onların içsel çatışmalarını ve güçlerini koruma çabalarını simgeler. Freud'un agresyon ve ölüm dürtüsü kavramları bağlamında, silah erkeklik ve cinsellik sembolü olarak yorumlanabilir. Şiddet, bilinçdışı dürtülerin dışa vurumu olarak görülebilir.
Haydar Ali'nin iki kadınla birlikte kapandığı şato, bilinçdışı arzuların ve korkuların sembolik bir yansımasıdır. Şato, güvenlik ve mahremiyet arayışını temsil ederken, aynı zamanda izolasyon ve ölüm korkusunu da içerir. Bu mekân, Carl Jung'un arketip kavramlarıyla ilişkilendirilebilir; şato, kahramanın yolculuğunda karşılaştığı zorluklar ve içsel çatışmaların bir metaforudur. Filmde korku ve cesaret temaları, karakterlerin içsel çatışmaları ve bilinçdışı arzularıyla ilişkilidir. Seyyit Ali'nin atının kuyruğunun kesilmesiyle başlayan olaylar zinciri, karakterlerin korku ve cesaret arasındaki ikilemlerini yansıtır. Haydar Ali'nin şatoda yaşadığı korku ve ölümle yüzleşmesi, Freud'un ölüm dürtüsü ve yaşamın devamlılığına dair endişeleriyle açıklanabilir. Namus ve güç temaları, filmde sürekli olarak vurgulanır. Seyyit Ali'nin namusunu temizleme çabası, geleneksel değerlerin ve toplumsal normların bilinçdışı etkilerini yansıtır. Haydar Ali'nin çocuk sahibi olma arzusu ve aşiretin geleceğini koruma çabası, gücünü ve otoritesini sürdürme ihtiyacını gösterir. "Kan," sadece bir film değil, aynı zamanda karakterlerin psikolojik derinliklerini ve toplumsal baskılarla nasıl başa çıktıklarını anlatan bir hikâye.