Kâğıt Yandığında: 1929’dan 2025’e Bir Finansal Kâbusun Anatomisi

Fatma Ece Gödeoğlu

Fatma Ece Gödeoğlu

İletişimci& Psikolog& SinemaTv Uzmanı
24.04.2025 05:53

Dünyanın çöküşüne her zaman bir cümle eşlik eder. Bazen bir borsa çanının susması, bazen de bir liderin kürsüde sarf ettiği bir slogan... Bir cümle, tüm düzenin yerle bir olmasına yol açar. 1929'da Wall Street çöktüğünde, bir cuma sabahı New York'ta, borsa kâğıtlarının değeri saniyeler içinde sıfıra inerken, gökdelenlerden atlayan insanların trajik hikâyeleri hâlâ kulaklarımızda yankılanmaktadır. Ama mesele yalnızca birkaç kâğıt parçasının değersizleşmesi değildi; o kâğıtlar üzerinden kurulan sistemin, inancın ve düzenin sarsılmasıydı.

Neredeyse bir asır sonra, 2025'te, benzer bir çöküş yine bir cümleyle başladı. Bu kez, yeniden seçilmiş bir Trump'ın ağzından dökülen şu sözler, tıpkı 1929'daki borsa çöküşü gibi bir finansal kırılmanın fitilini ateşledi: "Altını olan kuralı koyar," dedi. Aslında demek istediği başka versiyonla: "Dolar ya da tahviller veya diğer ülkelerin paraları sadece kâğıttır. Gerçek güç, altındır!" Bu söz geçmişe baktığımızda, 1929'da büyük bir finansal dönüşümün başlangıcını ve 2. Dünya Savaşını işaret ediyordu. Ancak bu kez intiharlar değil, tüm sistemin intiharı yaşandı.

Kâğıt Çağının Çöküşü: 1929

Büyük Buhran'a giden süreçte, Amerikan ekonomisi, kâğıt üzerindeki değerlemelerle şişirilmişti. Sanayi üretimindeki düşüş, kredi genişlemesinin sınırına gelinmesi ve tüketici güveninin sarsılması, domino taşlarını devirmeye başlamıştı. Ekonomi, kâğıt paranın hâkimiyetine dayanıyordu, ancak bu değer sadece bir ilüzyondu.

Altın standardı hâlâ yürürlükteydi, ancak merkez bankalarının altını basılı parayla uyumlu biçimde destekleyememesi, güven krizini derinleştirdi. 1929'da çöküş geldiğinde, insanlar paraya değil, altına sığınmak istemişti. Çünkü gerçek olan şey, maddeydi. Kâğıt paranın değerinden ziyade, toprağın ve yeraltının sunduğu altının gerçek gücüydü.

Altının Tanrılaştığı Yıl: 2025

Bugün, hayalini kurduğumuz distopik 2025 dünyasında bu döngü tersine işlemiştir. Paranın sahte büyüsüne değil, altının maddi gücüne tapılmaya başlanmıştır. Dijital sistemlerin değer çöküşüyle birlikte, tüm dünya altına dönmeye başlamıştır.

Aureum Çağı olarak adlandırılacak bu dönemde, altın artık sadece bir değer saklama aracı değil, bir ideolojiye dönüşmüştür. Altın, paranın yerini alırken, eski dünya düzeninin izlerini taşıyan bir sembol haline gelmiştir. Altın, yeni bir rejimin temel taşıdır.

Devletler, bireylerin sahip olabileceği altın miktarını sınırlamaya başlayacak. Ticaret yalnızca devletin onayladığı sistemler üzerinden yapılacak. Kâr amacıyla altın ticareti yapmak suç sayılacak. Özgür birey, altın limitine indirgenmiş bir "varlık" haline gelecek. Artık insanlar, kendi özgürlüklerinin değil, devletlerin belirlediği değerlerin kölesi olacak.

İki Çağ, Bir Çöküş

1929'da sistem çökmüştü çünkü para fazlaydı ama gerçek karşılığı yoktu. 2025'te ise sistem çöküyor çünkü çok fazla gerçeklik var, fakat özgürlük yok. Bu, bir dizi paralel çöküşün yansımasıdır. Biri enflasyonla gelir, diğeri ise totalitarizmle.

Birinci çöküş yoksulluk yaratırken, ikinci çöküş kölelik yaratır. 1929'un sonunda Roosevelt çıkıp "korkmamız gereken tek şey korkunun kendisidir" diyebilmişti. Ama 2025'te insanlar korkmuyor, sadece izliyor. Çünkü altına dayalı bir sistemde itiraz etmek, "tanrıya meydan okumak"tır. Bu karşılaştırma sadece tarihî bir benzerlik değil; aynı zamanda derin bir uyarıdır. Altına, dijital sisteme veya başka herhangi bir değer ölçüsüne tapmanın insanlığı nasıl ezdiğini gösterir. Ne altın ne dolar ne de Bitcoin; insanın yerine konduğunda her değer nesnesi bir zincire dönüşür.

Bugün hâlâ özgürlükten söz edebiliyorsak, demek ki henüz sistem değil, inançlarımız çökmemiştir. Fakat bir sabah, seçim kürsüsünden atılan bir cümleyle bu inançlar da yok olabilir: "Para sadece kâğıttır."

Ve belki ardından şu gelir: "İnsan da sadece bir sayıdır." Tıpkı Aleksandr Soljenitsı'in Gulag Takımadaları eserindeki bir dünya gibi…

title