Hasetin Kökenleri
Fatma Ece Gödeoğlu
Melanie Klein, psikanalitik kuramda haset duygusunu derinlemesine inceleyen öncü bir isimdir. Klein'a göre, haset, bireyin erken çocukluk döneminde yaşadığı deneyimlerin bir sonucu olarak ortaya çıkar ve psikolojik gelişim üzerinde derin etkiler yaratır. Bu duygunun kökenleri, bireyin ilk ilişki kurduğu nesne olan anneyle olan etkileşimlerine dayanır. Klein, haset duygusunun bebeklik döneminde ortaya çıktığını savunur. Bebek, annenin sunduğu bakım ve sevgiyi yetersiz bulduğunda, bu duygusal eksiklik haset duygusunun tohumlarını atar. Bebek, annenin sunduğu sevgi ve ilgiyi kıskanır ve bu duygular ileriki yaşamında da devam eder. Haset, sadece başkalarının sahip olduklarını kıskanmakla kalmaz, aynı zamanda onların sahip olduğu şeyleri yok etme arzusunu da beraberinde getirir. Örneğin, bebek, annenin memesi gibi hayat veren bir nesneyi sadece ona sahip olamadığı için değil, onu mahvetmek isteyecek kadar kıskanır.
Klein, haset duygusunun bireyin psikolojik gelişiminde yıkıcı bir rol oynayabileceğini vurgular. Haset, bireyin başkalarının sahip olduklarını kıskanmasına ve bu kıskançlıkla hareket etmesine neden olur. Bu duygu, bireyin kendi iç dünyasında sürekli bir huzursuzluk ve memnuniyetsizlik hissetmesine yol açar. Örneğin, iş yerinde bir arkadaşının terfi etmesini kıskanan bir çalışan, bu durumu kendi yetersizliğinin bir kanıtı olarak görüp, arkadaşının başarısını küçümsemeye çalışabilir. Bu tür davranışlar, bireyin sosyal ilişkilerini zedeler ve iş birliği yerine rekabeti teşvik eder.
Haset duygusu, bireyin iç dünyasında derin çatışmalara yol açar. Klein'a göre bu duygu, bireyin içsel güvenlik ve kendilik algısını tehdit eder. Birey, haset ettiği kişiye karşı derin bir düşmanlık besler ve bu düşmanlık zamanla kendi benlik saygısını da zedeler. Haset eden kişi, kendi eksikliklerini kabul etmekte zorlanır ve bu eksiklikleri başkalarına yansıtma eğilimindedir. Bu süreç, bireyin psikolojik sağlığını olumsuz etkiler ve sosyal ilişkilerde derin yaralar açar.
Klein, haset duygusunun bireysel olduğu kadar toplumsal yapılar içinde de önemli bir rol oynadığını belirtir. Haset, bireyler arası ilişkilerde güvensizlik ve düşmanlık yaratır. Toplum içinde bu tür duyguların yayılması, sosyal uyumu zedeler ve bireyler arası güveni sarsar. Klein, hasetin toplumsal dinamikler üzerindeki etkilerini analiz ederek, bu duygunun sosyal yapılar içinde nasıl kök saldığını ve bireyler arası etkileşimleri nasıl şekillendirdiğini gösterir.
Haset Üzerine Bir Deneme
Neden bazı insanlar, kendisinden daha başarılı veya yetenekli olanlara karşı içten içe haset duyar? Kafa karıştırıcı ama basittir.
Zihnimiz, "Ben kimim?" sorusuna en iyi cevabı yaratmaya çalışır. Bu cevap, yeterince iyi, güvenli ve sağlam olmalıdır. Mesela "X'te kötü olabilirim, ancak Y'de kesinlikle iyiyim ve Z'de harikayım. Ben buyum, kendimi tanıyorum." Tüm yaşam stratejileri, kararlar ve planlar bu değerlendirmeye dayanarak yapılır. Sonuçta bir yere varmak için önce nerede olduğunuzu bilmelisiniz, öyle değil mi?
İnsanlarla ve durumlarla karşılaştığınızda zihniniz ötekini gözlemlemeye ve hemen karşılaştırmaya çalışır. Bu, kendi benliğini desteklemek için mümkün olduğunca çok kanıt toplama ve çelişen kanıtları çürütme eğilimindedir. Ancak, Z'de tartışmasız daha iyi biriyle karşılaşana kadar bu devam eder. Bu noktada, zihnin kendini savunmak için aldığı tüm önlemler başarısız olur. Güvenli temeli patlar ve dipsiz bir çukura düşüyormuş gibi bir boşluk hisseder. Bu, gerçekten de kişiye kötü hissettirir.
Bu rahatsız edici his nereden geliyor? Zihnin sadece iki seçeneği var: Birincisi, bu hissin kıskançlık veya haset olduğunu kabul etmek. Ancak bu, tüm inançların, özenle topladığı tüm kanıtların, sahip olduğu tüm karşı argümanların boşuna olduğu anlamına gelir. Sonuçta, kendiniz olduğunu düşündüğünüz kişi değildiniz ve kimliğiniz tehdit altındadır. Bunu kabul etmek çok zor.
Başka bir alternatif var mı? Bu korkunç hissi başka ne mantıklı kılabilir?
"Ya o kişi Z'de iyiyse?" diye düşünür zihin. "Ama neden bu konuda bu kadar kibirli olmak zorunda? Yani, yüzündeki o 'küçümseyici bakışı' gördün mü? O sahte alçakgönüllülüğü? O yapmacık gülümsemeyi? Kimi kandırmaya çalışıyor? Yeteneğe saygım sonsuz ama önce iyi bir insan olmak gerek, değil mi? Tanrım, o kişiden nefret ediyorum!"
"Evet, korkunç hissin kaynağı burası olabilir. O kişinin kötülüğünden. Nefret edilmeyi hak ediyor."
Bu düşünce süreci, çoğu zaman farkında olmadan gerçekleşir. Başkalarının başarıları veya üstünlükleri karşısında hissettiğimiz rahatsızlık, aslında kendi içsel güvenliğimizi ve kimlik algımızı tehdit eder. Bu, doğal bir savunma mekanizması olarak ortaya çıkar. Ancak bu duygularla yüzleşmek ve onları anlamak, kişisel gelişimimiz için önemli bir adımdır.
Duygusal olarak sağlıklı insanlar, kendi içsel doğrulamalarını bulurlar ve başkalarının başarılarıyla kıyaslandıklarında tehdit hissetmezler. Onların başarıları, bizim başarısızlığımız anlamına gelmez. İçsel ceplerimiz dolu olduğunda, başkalarının yetenekleri ve başarıları bizim değerimizi azaltmaz.
İnsanların tamamen farklı standartları vardır ve farklı geçmişlerden gelirler. Bazıları kendisini "daha iyiyi" "daha dindar" olarak tanımlar. Diğerleri bunu zenginlik, zekâ, görünüm, hırs veya diğer birçok faktör açısından değerlendirir. İnsanlar genellikle başkalarını yargılamak için kendi güçlü yönlerini kullanırlar. Sık sık okursanız, bunu başkalarını yargılamak için bir silah olarak kullanabilirsiniz. Veya öyle algılanabilirsiniz.
Gördüğünüz gibi, birinden daha iyi olma fikri oldukça keyfidir ve evrensel standartlara dayanmaz. Hayal edebileceğiniz en düşük kişiyi bile düşünseniz, bu sadece birkaç farklı seçim yapsaydınız ne olabileceğinizin veya ne olabileceğinizin bir hatırlatıcısıdır. Herkes sizinle aynı fırsatlara sahip değildir.
Sonuç olarak, üstün olanlara haset etmek yerine, bu duyguları anlamak ve onlarla yüzleşmek, kendi içsel yolculuğumuzda önemli bir adımdır. Başkalarının başarıları bizi tehdit etmek yerine, onlardan öğrenmek ve kendimizi geliştirmek için bir fırsat olabilir. Kendi benzersizliğimizi fark etmek ve takdir etmek, gerçek bir özgüven ve içsel güvenlik duygusu yaratır. Bu süreç, gerçekten kim olduğumuzu keşfetmemize ve potansiyelimizi tam anlamıyla gerçekleştirmemize yardımcı olabilir.