Hak Etmek, Bağımlılık ve Ebeveynlik

Fatma Ece Gödeoğlu

Fatma Ece Gödeoğlu

İletişimci& Psikolog& SinemaTv Uzmanı
17.03.2025 08:51

Sigmund Freud, ebeveynlik konusunda alışılmadık bir görüş ortaya koyarak, "En iyi ebeveyn gereksiz ebeveyndir" der. Bu ifadeyle, Freud aslında ebeveynlerin çocuklarının yaşamlarına fazla müdahale etmemeleri gerektiğini vurgular. Çocukların kendi bağımsızlıklarını geliştirebilmeleri için onlara gereğinden fazla yardım etmek ve yönlendirmek, onları bağımlı hale getirebilir. Freud'un bu düşüncesi, insan ilişkilerindeki dinamiklere de yansır; çünkü her türlü yardım, sevgi ya da iyilik, bazen farkında olmadan bir bağımlılığa yol açabilir.

Birine ilk kez verdiğinizde, o kişi size minnettarlık gösterir. Bu, ebeveynin çocuğuna verdiği ilk iyilik gibidir: Karşılık beklemeden yapılan bu jest, aradaki ilişkiyi güçlendirir. Ancak, bu ilk iyilikten sonra, ikinci kez verdiğinizde, kişi artık bundan daha fazlasını beklemeye başlar. Ebeveynin, çocuğuna verdiği destek bir alışkanlık haline gelir, tıpkı bir çocuğun sürekli olarak ebeveyninden yardım beklemesi gibi. Bu noktada, "Bunu bana vermelisin" düşüncesi devreye girer. İlk başta minnettarlık, zamanla bir tür hak etme duygusuna dönüşür.

Eğer bu iyilik devam ederse, kişi, her seferinde verilenin değerini artırmaya başlar. Kişi, size bir şey vermek değil, bir şey almak bekler. Bu, ebeveynin çocuğuna fazla yönlendirici ya da sürekli yardım edici bir tutum sergilemesiyle paraleldir. Artık verdiğiniz şey, karşı taraf tarafından sadece hak edilen bir şey olarak görülür. Bir ebeveyn, çocuğuna fazla destek vermekle, onun bağımsızlık kazanma şansını engelleyebilir. Tıpkı bir ilişkide, birine sürekli vermekle, o kişinin bağımsızlığını kaybetmesine yol açabilirsiniz.

Dördüncü ve beşinci kez verdiğinizde ise durum daha karmaşıklaşır. Karşı taraf, artık verdiğiniz şeyi hak ettiğini düşünür. Bu, Freud'un ebeveynlik anlayışına da ters bir yaklaşımdır; çünkü sürekli desteklenen, yönlendirilen bir kişi, kendi içsel gücünü keşfetmeye fırsat bulamaz. Bağımsızlık, gelişim ve büyüme için kişinin kendi çabaları gereklidir. Sürekli yardım almak, kişiyi pasifleştirir ve ona bağımlılık yaratır. Tıpkı bir çocuğun, sürekli ebeveynine bağımlı hale gelmesi gibi, karşı taraf da sizin sürekli verdiğiniz şeylere alışır ve onlarsız yaşamakta zorlanır.

Ve işte altıncı kez verdiğinizde, artık bir bağımlılık doğar. O kişi, sizden sürekli almayı bekler. Eğer bu desteği vermezseniz, size karşı öfke duyabilir, çünkü artık o şey, bir ihtiyaç haline gelmiştir. Freud'un ebeveynlik anlayışına göre, bir ebeveynin çocuğuna sürekli vermesi, onun gelişimine engel olur. Benzer şekilde, bir ilişkide sürekli verilen şeyler, alıcıda bir bağımlılık yaratır. Kişi, bu verilenin bir hak olduğunu düşünür ve verilmeyen her şeyde bir eksiklik hisseder.

Sonuçta, Freud'un ifadesiyle, "En iyi ebeveyn gereksiz ebeveyndir" düşüncesi, ilişkilerde de geçerlidir. Sürekli veren, bir noktada tükenir ve sürekli alan, kendini şımartır. Bu, her iki taraf için de sağlıksız bir duruma yol açar. İnsanların bağımsızlıklarını kazanabilmesi için, sınırlar koymak gerekir. Bu hem duygusal sağlığımızı korur hem de karşı tarafın kendi ayakları üzerinde durabilmesini sağlar.

Bağımsızlık, sadece çocuklar için değil, yetişkinler için de gereklidir. İnsanlara verdiğiniz şeyler, başta minnettarlık yaratabilir, ancak sürekli verdiğinizde, bu minnettarlık bir hak etme duygusuna dönüşür. Bu ise, ilişkilerde sağlıklı bir dengeyi bulmanın önündeki en büyük engeldir. Vermek, bir noktada bağımlılığa dönüşebilir ve bu durum hem verenin hem de alanın duygusal olarak tükenmesine yol açar.

Sonuç olarak, vermek ve almak arasındaki dengenin, bağımlılığa yol açmadan sağlanması gerektiğini unutmamalıyız. Freud'un da belirttiği gibi, gerçek büyüme ve gelişim, gereksiz müdahalelerden kaçınmakla mümkün olur. Bu, sadece ebeveyn-çocuk ilişkilerinde değil, her türlü insani ilişkide geçerlidir.

title