Haberler

Fakir Hayat, En Sağlıklı Hayat: Asgari Ücretin Yeni Tanımı

Fatma Ece Gödeoğlu

Fatma Ece Gödeoğlu

İletişimci& Psikolog& SinemaTv Uzmanı
27.12.2024 01:14

2025 yılı için belirlenen asgari ücret 22.104 TL olarak açıklandı. Bu rakam, birçoğumuz için belki de sabah kahvaltısına eklenen bir lokma ekmek kadar anlam ifade ediyor. Çünkü hayat, her geçen gün daha pahalı hale gelirken, bu artış sadece bir damla su misali, okyanusta kaybolan bir damla gibi. Bu gelişme üzerine birçok kesim "yetersiz" açıklamalarında bulunurken, konuya dair en dikkat çeken yorum ise Prof. Dr. Oytun Erbaş'tan geldi. Erbaş, "Fakir hayat en sağlıklı hayattır" diyerek, asgari ücretle ilgili yaşadığımız tüm kaygıları bir kenara bırakmamız gerektiğini ve asıl mutluluğun mütevazı bir yaşamda olduğunu savundu.

Evet, doğru duydunuz. Fakirlik, sağlıklı bir yaşamın anahtarıymış. O zaman neden hala daha fazla maaş isteyen, daha iyi koşullar talep eden insanlar var? Erbaş'a göre, asgari ücretin ne kadar olduğunun pek de bir önemi yok. Çünkü insan, elli mi, yüz mü alırsa alsın, sonunda yine harcayacak, diyor. O halde neden bu kadar dert edelim ki? Hem, asgari ücretle geçinmek zor olabilir ama zaten Erbaş'ın da belirttiği gibi, kuru fasulye de protein, et de protein. Sonuçta protein alıyorsun, hayatını sürdürebiliyorsan, başka ne istenebilir ki?

Buradaki ironi, asgari ücretle geçinmenin ne kadar "sağlıklı" bir tercih olduğunun altını çizmeye çalışmak. Elbette herkesin hayatını kendi şartlarına göre düzenlemesi gerektiği doğru. Ancak, Erbaş'ın "fakir hayat en sağlıklı hayat" söylemi, toplumda yaşanan derin eşitsizlikleri görmezden gelerek sadece bireysel sorumluluğu öne çıkarıyor. Oysa, kapitalist düzenin bize dayattığı bu eşitsiz koşullar, ne kadar sağlıklı bir yaşam sürmemizi engelliyor. Kuru fasulye yemekle protein alabilmek, tabii ki bir çözüm olabilir ama bu çözüm, sistemin bize sunduğu tek seçenek olmamalı.

F. Hayek'in adalet anlayışını hatırlayalım hep birlikte: Hayek, mutlak adaletin varlığını reddeder ve adaletin, her bireyin ihtiyaçlarına göre şekillenen bir kavram olduğunu savunur. Ona göre, herkesin eşit olmasına dair bir illüzyona kapılmak yanlıştır; çünkü her birey, farklı şartlarla, farklı hedeflerle bu dünyada yer alır. Bu noktada, Erbaş'ın söyledikleriyle Hayek'in görüşleri arasında bir paralellik kurmak mümkün. Ancak, Hayek'in görüşleri bireysel özgürlüğü ve serbest piyasayı savunurken, Erbaş'ın yaklaşımı, ekonomik eşitsizliği göz ardı eden, sadece bireysel adaptasyonu yücelten bir anlayışa sahip.

Erbaş, asgari ücretin düşük olmasına dair endişelere karşı, insanların "kendi hayatlarını asgari ücrete göre organize etmelerini" tavsiye ediyor. Ne güzel! Peki, ya organize edemediklerinde? Ya sağlık hizmetlerine ulaşamıyorlarsa? Ya çocukları eğitim alamıyorsa? Birçok insan için geçim sıkıntısı sadece "daha az şey istemek"le çözülebilecek bir mesele değil. Erbaş'ın göz ardı ettiği bu sorular, her gün milyonlarca insanın hayatını daha da zorlaştırıyor.

Bundan sonra ne olmalı? Belki de Hayek'in savunduğu gibi, ekonomik düzenin serbest bırakılması gerektiği doğru. Ancak serbest piyasa ekonomisinin sadece zenginlere hizmet eden bir sistem haline gelmesi, milyonlarca insanın daha da yoksullaşmasına yol açıyor. Bu noktada, Erbaş'ın bakış açısı, sistemin "fakir hayatı" kutsayarak sorunun temeline inmiyor, sadece çözüm önerisi olarak "daha mütevazı" bir yaşam tarzı önermekte kalıyor. Oysa asıl mesele, bu mütevazılığın insanlara dayatılmak yerine, herkesin eşit fırsatlara sahip olduğu bir toplum yaratmak olmalı.

Sonuçta, Erbaş'ın söylediği gibi belki de fakir olmak, gerçekten de sağlıklı bir hayat demektir. Ama bu sağlık, insanların seçtikleri bir yaşam biçimi değil, sistemin onlara dayattığı zorunluluklardan başka bir şey değildir. Bu yüzden, asgari ücret artışının ne kadar yetersiz olduğu üzerine düşünürken, daha fazla lahmacun yemeyi değil, eşitlik ve adalet için mücadele etmeyi unutmamalıyız. Çünkü bu döngüde asıl sağlıklı olan şey, daha fazla zenginleşmek değil, daha adil bir düzenin kurulmasıdır.

title