Çocukluk Travmalarının Etkileri: Duygusal Yaralar ve İyileşme Yolları
Fatma Ece Gödeoğlu
Çocukluk travmalarının duygusal yaralarını anlamak ve bu yaralardan iyileşmek, yetişkinlikte ruhsal sağlığımızı ve genel yaşam kalitemizi belirleyen en önemli süreçlerden biridir. Travma, duyguları üretir ve bu duyguları işleyemezsek, zihnimizde ve bedenimizde sıkışıp kalırlar. Yaralayıcı olaydan iyileşmek yerine, travma bilinçaltımızda enerji olarak bedenimizde kalır ve onu ortaya çıkarıp işleyene kadar hayatımızı etkiler. Öfke, üzüntü, utanç ve korku gibi sıkıntılı duyguların sağlıklı akışı ve işlenmesi, yetişkinlikte çocukluk travmasından iyileşmek için esastır.
Çocukluk çağındaki duygusal yaralara verilen en sağlıklı tepki, aynı zamanda en nadir olanıdır: Travma ilk meydana geldiğinde, bunun kendi benlik duygumuzda yarattığı ihlali fark ederiz, ardından gelen doğal duyguları hissederiz ve sonra bu ihlalin kişisel olarak bizimle ilgili hiçbir şey ifade etmediğini fark ederiz; böylece bundan olumsuz anlamlar çıkarmayız ve onu bırakabiliriz. Ancak öfke ve üzüntü gibi duygular acı verici olduğu için- ve ağlamak veya başkalarıyla yüzleşmek genellikle sosyal olarak kabul edilebilir olmadığı için- bu süreç otomatik olarak gerçekleşmez. Bunun yerine, duygularımızı hissetmek ve işlemek yerine bastırabiliriz. Çocukken bu süreç daha da zordur. Bir yetişkin için iğne batması gibi hissedilebilen- 40 yaşında görmezden gelebileceğimiz birinin görünüşüyle ilgili bir hakaret- bir çocuk için bıçak yarası gibi hissedilebilir ve kalıcı hasara (vücut dismorfisi, depresyon vb.) neden olabilir.
Sonra bu duygusal bıçak yaralarını yetişkinliğe taşırız ve bunlar ilişkilerimizi, kariyerimizi, mutluluğumuzu, sağlığımızı... her şeyi etkiler. Yani, onları işleyip duygularımızı hissederek iyileşene kadar.
Neden her zaman duygularımızı hissetmiyoruz?
En sevgi dolu ve ilgili ebeveynler bile benlik duygumuza kalıcı hasar verebilir. İyi niyetli ve bizim incinmemizi görmekten nefret eden ebeveynlerimiz, üzücü bir olaydan sonra hemen müdahale etmiş olabilirler. "Kendini kötü hissetme- sorun değil," dedi bakım verenler ağlamaya başladığımızda. Gerçek şu ki, kötü hissetmek bizim için iyi olabilir. Bir süre kötü hissetmemiz ve neden böyle hissettiğimizi düşünmemiz gerekiyordu.
Ya da belki de ebeveynlerimiz sevgi dolu ve dikkatli değillerdi ve incindiğimizde ağlamayı bırakmamızı istediler. Her iki durumda da duygularımızı üretken bir şekilde nasıl hissedeceğimizi öğrenmedik. Duyguların geçici ve uçucu olduğunu, tahmin edilebilir bir başlangıç, orta ve sonları olduğunu ve hayatta kalacağımızı öğrenmedik. Duygularımızı nasıl hissedeceğimizi öğrenmediğimizde, tüm duyguları korkutucu olarak yorumlamaya başlayabiliriz.
Çocukken, duygularımızı ve "benliğimizi" ayırt edemeyiz. Duygularımız olduğumuzu düşünürüz. Duygularımız belirli bir durumda kabul edilebilir olarak değerlendirilmezse, kabul edilebilir olmadığımıza karar verebiliriz. Duygusal yaralarımızı iyileştirme süreci her ne kadar zorlu olsa da sonunda özgürleşmiş ve daha sağlıklı bir benliğe ulaşmanın verdiği huzur, bu yolculuğu son derece değerli kılar.
Çocukluk travmasına örnek olarak, bir çocuğun sürekli olarak eleştirildiği veya küçümsendiği bir ortamda büyümesini ele alabiliriz. Örneğin, bir çocuğun her hata yaptığında ebeveynleri tarafından sert bir şekilde eleştirilmesi, yeteneklerinin sürekli olarak küçümsenmesi veya başarılarının yeterince takdir edilmemesi durumunda, çocuk kendini değersiz ve yetersiz hissedebilir. Bu tür duygusal yaralar, çocuğun özgüvenini ve benlik saygısını derinden zedeleyebilir, yetişkinlikte depresyon, anksiyete ve ilişki sorunları gibi ciddi ruh sağlığı problemlerine yol açabilir.
Bu travmatik deneyimlerin izleri, çocuğun kendini ve dünyayı algılama biçimini kalıcı olarak etkileyebilir, dolayısıyla bu tür yaraların fark edilip iyileştirilmesi önemlidir.
Buzlu Gözyaşları
Ege, dokuz yaşındayken, babası her gün akşam işten döndüğünde eve geldiğinde öfkesini kusar, küçük hataları bile büyütürdü. Annesi, babasının öfkesini dindirmek için Ege'yi sürekli azarlar ve "Bu kadar sinirli olma" diyerek onu suçlardı. Ege'nin sadece çocukluk yılları değil, kalbi de bu sert eleştirilerle ezilmişti.
Bir gün, Ege okuldan dönerken bir kaza geçirdi. Küçük bir düşme, dizini kanatmıştı. Ancak eve geldiğinde, annesi ve babası bu küçük yarayı bile küçümseyerek "Bu kadar basit bir şey için ağlamak mı?" dedi. Ege, yarasını gizlemek zorunda kaldı, çünkü gözyaşları onlara göre bir zayıflık işaretiydi. O an, Ege'nin içindeki acı ve üzüntü dondu, dışarı çıkamadı.
Zamanla, Ege'nin içindeki bu duygusal yaralar donmuş buzlar gibi birikti. Yetişkin olduğunda, ilişkilerinde sürekli olarak kendini yetersiz hissetti, eleştiriden korktu ve küçük problemler karşısında büyük stres yaşadı. Kendi duygularını bastırarak yaşadığı hayat, onu bir çeşit içsel boşluk ve yalnızlık içine sürükledi.
Bir gün, Ege bir terapi seansında çocukluk yıllarındaki bu donmuş acıların farkına vardı. Geçmişte yaşadığı travmalar, hayatındaki pek çok sorunun kökeniydi. Terapistinin yardımıyla, bu duygusal buzulların erimesine ve acı verici anıların iyileşmesine başladı. Bu süreçte, geçmişin ağır yükünden kurtulmaya, kendi içsel huzurunu yeniden bulmaya ve duygularını sağlıklı bir şekilde ifade etmeye çalıştı.