Atasözleri ve Gerçek Yaşam: "Ağaç Yaşken Eğilir" ve İnsanın Toplumsal Biçimlendirilmesi
Fatma Ece Gödeoğlu
Atasözlerinin derin anlamları ve kültürel değerleri gerçekten önemli, değil mi? "Ağaç yaşken eğilir" atasözü, çocukluk döneminde aldığımız eğitim ve öğretilerin bizi nasıl şekillendirdiğini ve toplumsal normların hayatımızı nasıl etkilediğini vurgular. Bu atasözü, genç yaşlarda edindiğimiz alışkanlıkların ve öğretilerin önemini anlatırken, toplumsal düzenin işleyişi için ne kadar kritik olduğunu da gösterir.
Ayrıca bu atasözünü J. Lacan'ın "büyük öteki" kavramına benzetmek de ilginç olabilir. Lacan'ın büyük öteki, bireyin kendini konumlandırdığı ve toplumun beklentilerini içselleştirdiği simgesel bir otoritedir. Atasözleri de benzer şekilde, toplumsal normları ve değerleri nesilden nesile aktaran sembolik ifadelerdir.
Bu bağlamda, "Ağaç yaşken eğilir" atasözü, kültürel belleğin ve toplumsal öğretilerin taşıyıcıları olarak hem bireysel gelişimimizi hem de toplumsal yapıyı derinlemesine anlamamıza yardımcı olur.
İnsanlık tarihinde, toplum ve kültür tarafından bireylere yüklenen beklentiler, genellikle başkalarının (aile, çevre, okul) bizi nasıl gördüğü konusunda endişelenmemize yol açmıştır. Ancak zaman içinde anlarız ki, gerçek özgürlük ve iç huzur, kendi doğamıza ve iç sesimize sadık kaldığımızda gelir. Hayatta, herkes kendi dünyasına dalar ve başkalarının dertleriyle veya hayalleriyle ilgilenmek mümkün olmaz hale gelir. Kendi yolculuğumuzda ilerlerken, artık başkalarının bizi ne düşündüğü veya onaylamasıyla ilgili beklentilerden vazgeçme zamanı geldiğini fark ederiz.
Gerçek özgürlük, kendi doğamıza sadık kalarak ve iç huzurumuzu bulduğumuzda gelir. Başkalarının fikirleri veya onayları, gerçek mutluluğumuzu ve yaşam amacımızı belirlemez. Sessizleşir ve işimize odaklanırız; çünkü sessizlikte büyüyüp doğal olarak var olmak, bize en büyük huzuru ve özgürlüğü sağlar.
Bunu bir hikâye üzerinden aktarmak istiyorum:
Bir marangoz ve çırağı büyük bir ormanda birlikte yürüyorlardır. Uzun, kocaman, budaklı, yaşlı ve güzel bir meşe ağacına rastladıklarında, marangoz çırağına sorar: "Bu ağacın neden bu kadar uzun, bu kadar büyük, budaklı, yaşlı ve güzel olduğunu biliyor musun?"
Çırak ustasına bakar ve: "Hayır... neden?" der şaşkınlıkla.
"Eh," dedi marangoz, "çünkü işe yaramaz. Eğer işe yarasaydı çoktan kesilir ve başka bir şeye dönüştürülürdü. Ve ondan yapılmış bir tekne batardı, bir tabut çürürdü, bir alet bozulurdu, bir kapı özsu sızdırırdı, bir masa yanardı veya bir kirişte termitlere (akkarınca) yuva olurdu.
O, Değersiz bir kerestedir ve hiçbir işe yaramaz. Bu yüzden bu kadar yaşlı bir yaşa ulaşmıştır.
Ve tam da işe yaramaz olduğu için bu kadar uzun, görkemli ve güzel büyüyebiliyor ve sıcak bir günde gölgesinde oturup dinlenebiliyorsun. Hiç kimse bu güzel ağaç gibi işe yaramaz olmanın ne kadar işe yaradığını bilmiyor."
Devam ederek şöyle der marangoz: "Yararsız olmak nedir? Bir şey olma, özel biri olma veya kendini kanıtlama çabasından kurtulmaktır. Yararsız olmak, basitçe olduğun gibi rahatlamak, gerçek doğanda kolay bir şekilde kalmaktır.
Yapılacak hiçbir şey, olunacak hiçbir şey ve elde edilecek hiçbir şey olmadığında; belli bir şekilde olma ihtiyacımızı gerçekten bıraktığımızda, her şeyi olduğu gibi bıraktığımızda, işte o zaman ağaç gibi gerçekten özgür oluruz."
Kısacası, bir insan doğasına aykırı biçimde farklı işlevler için biçimlendirildiğinde, adeta bir ağaç gibi sadece toplumsal sistemin istediği yapay arzuları yerine getirebilir. Ağaçlar da doğalarına aykırı biçimlerde kullanılmak üzere biçimlendirilebilir; sandalye, kapı, köprü veya pencere gibi yapılarda işlev görebilirler. Ağacın ya da insanın işlevsel olması onu özgür kılar mı? Ağacın işlevsel olması veya olmaması, onun özgür olup olmadığına dair bir belirleyici değildir. Tıpkı insan gibi… Shakespeare'ın Hamlet'in monoloğunda ifade ettiği gibi, "olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu." Bu durum, insan için de geçerlidir.İnsanın gerçek özgürlüğü, kendi doğasına ve iç sesine uygun olarak yaşayıp yaşamamasıyla doğrudan ilişkilidir. Toplumsal beklentiler ve yapay arzularla değil, kendi içsel doğruları ve değerleri doğrultusunda hareket ettiğinde insan, gerçek özgürlüğünü bulabilir. Hikayedeki meşe ağacı gibi.Son olarak, Dante'nin "İlahi Komedya" eserindeki sözüyle bitirmek istiyorum: "Her meşe ağacı iyi palamut vermeyebilir."