Altın Kapılar ve Gücün Kodları: Trump’ın Söylemi

Fatma Ece Gödeoğlu

Donald Trump'ın "Altını olan kuralı koyar" söylemi, modern çağın yankılanan bir deyişi olarak karşımıza çıkar. Bu basit ama derin anlam taşıyan ifade, zenginliğin yalnızca ekonomik bir güç aracı olmadığını, aynı zamanda toplumsal güç, kontrol ve ideolojinin sembolü olduğunu da gösterir. Bir kapı açılır ve ardında yeni bir dünya belirir: Altın kapılar, sadece maddi değerlerin değil, kültürel ve toplumsal normların şekillendirildiği geçitlerdir. Her altın parçası birer anahtar haline gelir ve bu anahtarlar yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda ideolojinin ve gücün kapılarını aralar. Trump'ın sözleriyle, kapitalizmin bu altın rüyası, sadece zenginliği değil, o zenginlik aracılığıyla toplumsal meşruiyetin tüm kodlarını yazma ayrıcalığını da gözler önüne serer. Ve bu kodlar, çok daha derin bir hikâyeyi anlatır: Hem geçmişin hem de geleceğin güç yapılarının şekillendiği bir satranç tahtası.
Altın Kuralın İdeolojik Yeniden Yazımı
Trump'ın söylemi, klasik Altın Kural ile çelişen bir duruş sergiler. Bu farkı daha iyi anlayabilmek için Karl Marx'ın Kapital adlı eserinden bir örnek verilebilir. Marx, kapitalizmin temelde artı değer yaratmaya dayandığını ve sermaye sahibinin işçi sınıfından kazanç sağladığını belirtir. Trump'ın "Altını olan kuralı koyar" söylemi ise, kapitalist üretim biçiminin sadece ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal ve kültürel bir yönetim şekline dönüştüğünü gösterir. Bu söylem, güç ve sermaye arasındaki ilişkiyi yalnızca ekonomik değil, toplumsal meşruiyet açısından da vurgular.
Örneğin, 2008 küresel finans krizinin ardından Wall Street'teki bankalar ve finans kuruluşları, kamu kaynaklarıyla kurtarılmasına rağmen zenginliklerini artırmaya devam etti. The Big Short filminde bu durum açıkça görülür: Bankalar, krizin sebeplerini gizlerken ve kendi çıkarlarını gözetirken, hükümetler yıkımı engellemeye çalışıyordu. Bu örnek, Trump'ın ifade ettiği gibi, "altını olanların" kuralları yazma ayrıcalığına sahip olduğunun somut bir kanıtıdır.
Janus'un Yüzleri, Altın Kapılar ve İktidarın Geçitleri
Bu noktada, Marx'ın Fransız Üçlemesi'nde, Fransız Devrimi'ni başlatan işçilerin, Versay Sarayı'nın kapılarından birinden içeri girip, burjuvazinin diğer kapısından çıkarıldığını gözlemleri oldukça anlamlı bir çağrışım yapar. Marx, bu durumu Janus'un ikili yapısına dair güçlü bir metafor olarak değerlendirir: Bir kapıdan giren, diğer kapıdan çıkan bir halk ve yönetici sınıfının sembolik geçişini anlatır.Bu noktada Janus'un mitolojik simgesi üzerinden güç ve iktidarın ikili yapısını tartışmak, tarihi ve kültürel sembollerle derinleştirilebilir. Roma İmparatorluğu'nun zafer ve barışı simgeleyen Janus Tapınağı, yalnızca politik değil, toplumsal ve kültürel hegemonya ile de ilişkilidir. Kapıların açık olduğu dönemde Roma, dışarıdaki güçlere karşı hükmetmesiyle, aslında içindeki eşitsizliği pekiştiriyordu. Bu durum, Pax Romana kavramının, büyük ölçüde Roma'nın askeri üstünlüğü ve fetihleriyle sağlanan bir barış olduğunu gösterir.
Benzer şekilde, Bizans İmparatorluğu'ndaki Altın Kapı (İstanbul'da), yalnızca imparatorların zaferlerinin değil, aynı zamanda egemen sınıfın kültürel hegemonyasının bir sembolüydü. Bu kapı, güçlülerin sembolik olarak kutsal geçişlere sahip olduklarını ve zaferlerinin yalnızca fiziksel değil, kültürel bir anlam taşıdığını gösteriyordu. Trump'ın "altını olan" söylemi de sadece ekonomik egemenliği değil, kültürel ve toplumsal normların yeniden şekillendirilmesini ifade eder.
Gresham Yasası'ndan Bretton Woods'a
Gresham Yasası, ekonomik değerlerin çöküşünü anlatırken, Trump'ın söylemi bu değerlerin yalnızca maddi değil, sembolik düzeyde nasıl işlediğini de gözler önüne serer. Bretton Woods Sistemi örneğinde, ABD dolarının altına endekslenmesi, Amerika'nın küresel hegemonya üzerindeki etkisini pekiştirdi. Ancak bu hegemonya, günümüzde Çin ve BRICS ülkelerinin alternatif finansal yapılar kurmasıyla sarsılmaktadır. Trump'ın "Altını olan kuralı koyar" söylemi, yalnızca geçmişin ekonomik hegemonisini değil, bu hegemoniyi korumak için kullanılan kültürel ve ideolojik araçları da işaret eder.
Örnek olarak, 2011'de Çin, küresel altın rezervlerini artırarak, ABD'nin para birimi üzerindeki egemenliğini zayıflatmaya başladı. Aynı dönemde BRICS ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) kendi ortak finansal yapısını kurarak, IMF ve Dünya Bankası gibi Batılı finansal kurumları dışlamaya başladılar. Bu gelişmeler, Trump'ın söyleminin yalnızca ekonomik hegemonya anlayışını değil, aynı zamanda bu hegemoniyi sarsacak yeni ekonomik modellerin ortaya çıkışını da gözler önüne seriyor.
İlahi Güçten Neoliberal Kutsallığa
Altın, tarihsel olarak yalnızca ekonomik bir değer taşımaz; aynı zamanda sembolik bir kutsallık ifade eder. Antik Mısır'da altın, Tanrı Ra'nın teninin rengi olarak kabul edilir ve güç ile ölümsüzlük arasında bir ilişki kurar. Ortaçağ Avrupa'sında ise altın paralar, ilahi egemenliğin bir simgesi olarak görülürdü. Ancak modern kapitalizmde altın, bir tür seküler kutsallık kazanır: finansal krizler ve belirsizlikler karşısında, altın bir güvenli liman olarak kabul edilir.
Örneğin, 2008 finans krizinin ardından, küresel ekonomik belirsizlikler arttıkça, altına duyulan güven artmıştır. 2010'larda altın fiyatları hızla yükselmiş ve yatırımcılar, altını bir değer koruma aracı olarak görmeye başlamışlardır. Bu durum, altının modern finansal sistemdeki kutsallığını bir kez daha gözler önüne serer.
Janus'un Kapısı Hâlâ Açık mı?
Son olarak, Trump'ın söyleminin yalnızca bir ekonomi-politik analiz olmadığını, aynı zamanda toplumsal değerlerin yeniden şekillendiği bir dönemi işaret ettiğini belirtmek gerekir. Trump'ın "altını olan" söylemi, ekonomik gücün yanı sıra sembolik gücü de kontrol ettiğini vurgular. Kapı, bu kez sadece geçmişin değil, geleceğin de sembolüdür. Kapitalizmin geleceği, özellikle alternatif finansal yapılar ve küresel değişim göz önüne alındığında, büyük bir belirsizlik taşımaktadır.
Örneğin, kripto paralar gibi alternatif finansal sistemler, hükümetlerin ve büyük sermaye sahiplerinin kuralları koyma gücünü sorgular. Bitcoin gibi merkeziyetsiz finansal sistemler, geleneksel para sisteminin ötesinde yeni bir değer ve güç yapısının oluşumunu işaret eder. Bu durum, "altın"ın ve "kuralların" kim tarafından belirlendiği sorusunun yeniden gündeme gelmesine neden olur.
Uzun sözün kısası: Savaş kapıda ve Avrupa'da…sistem değişimi için düğmeye basıldı denilebilir.