Aile Bağları ve Duygusal Yaralar

Fatma Ece Gödeoğlu

Fatma Ece Gödeoğlu

İletişimci& Psikolog& SinemaTv Uzmanı
29.01.2025 04:33

Duygusal yaralar, aile bağları aracılığıyla neredeyse acımasız bir şekilde aktarılır; kelimelerde, eğitim modellerinde, sessizliklerde, bakışlarda, boşluklarda gizlenmiş bir gölge gibidirler. Her birimiz, bu yaraların derinliklerine inerken, yüzeydeki dalgaların çoğu zaman farkına varmayız. Ta ki olgun ve bilinçli bir insan, bir an için durup "yeter" demeye cesaret edene kadar. O zaman, işte o zaman, bu örümcek ağı gibi sarılı bağlardan kurtulmak mümkündür. Hepimizin hayatında bir zamanlar bir taş düşer suya. Bir taş ki, düşüp suya battığında, suyun yüzeyinde o daireler ve dalgalar, başlangıç noktalarından uzaklaşarak yayılarak yayılır. Fakat, her birimiz o taşın yarattığı dalgaların izlerini kendi hayatımızda taşırız, farkında olmadan.

Hepimiz, acılarımızla birlikte varız. O yaraların ağırlığı, içimizde bıraktığı boşluklar, yuvarlak köşeler… Yüzeydeki o dalgalar, içimizdeki etkiyi her geçen gün daha derinleştirir. Bir çığlık, bir suskunluk; her şey bir yankı gibidir. Bir aile üyesinin acısı, sessizce diğer nesillere akar, zamanla hiç fark ettirmeden duygusal bir miras haline gelir. Oscar Wilde, ailelerin ne kadar gizemli ve hermetik olduğunu söylemişti bir zamanlar. Evlerinde, duvarları arasında kimse bir diğerinin iç dünyasına tam anlamıyla ulaşamaz. Bir ya da iki nesil insanın paylaştığı kodlar ve ortak bir dil var, ama asla herkesin içinde ne olduğunu bilemeyiz.

Aile içinde, travmalar bazen görünmez dalgalar gibi etkisini gösterir. Bir öfke dalgası, kimseye gözle görülmeyen ama her şeyi saran bir etki bırakır. Bugün, konuşmak istediğimiz şey de tam olarak bu: karmaşık, acı verici ve bazen kanlı bir süreç. Duygusal yaraların samimi mimarisi; her bir acı, kendine özgü bir inşa biçimi taşır. Bağdan bağa aktarılan bu yaralar, bazen cinsel istismar, fiziksel şiddet ya da sevilen birinin kaybı gibi somut travmalarla başlar. Ama unutmayalım ki, bu travmaların çok ötesinde, daha yaygın ve daha derin dinamikler de var. Duygusal yırtılmalar, bazen bu bilinçli olmayan süreçlerin sonucudur.

Örneğin, güvensiz bir bağlanma içinde büyümek, duygusal kontrol altında bir yaşam kurmak, hiç şüphesiz insanın iç dünyasında büyük yaralar açar. Eğer bir ailede öfke sürekli olarak varsa, bu da bir travma kaynağıdır. Bağırışlar, suçlamalar, duygusal toksisite… Tüm bunlar, ruhumuzda silinmesi zor izler bırakır. Ebeveynlerin tedavi edilmemiş depresyonları da buna eklenirse, güvenlik açığı, iletişimsizlik ve bozuk ebeveyn-çocuk dinamikleri, bir ömür boyu sürecek izler bırakabilir. Duygusal yaralar, bizlerin bağımsız olma çabalarının bedelidir, diyor Haruki Murakami. Ama bu bedel, bazen bizleri kırılgan hale getirebilir.

Ve şimdi, epigenetiğe dönelim. Gelişimsel biyolog Conrad Hal Waddington'ın bahsettiği epigenetik, genetik sıralama değişmeden çevresel faktörlerin etkisiyle yaşanan kimyasal değişim süreçlerini inceler. Çocuk, duygusal kaos içinde büyüdüğünde, yaşadığı stres, beynin ve vücudun her sistemini etkileyecek kadar güçlü olabilir. Kanda kortizol seviyeleri artar, migren, astım gibi sorunlar baş gösterir. Fakat bu travmalar, sadece kişiyi değil, gelecek nesilleri de etkiler. Bir travma, sadece bir insanı değil, sonraki dört nesli de derinden etkileyebilir. Bu da duygusal yaraların, yalnızca bireysel değil, toplumsal bir etki yaratmasının bir göstergesidir.

Yaralarla başa çıkmak, affetmek… Bu bir süreçtir. Acı, hepimizin yaşamında yer eder; ancak bu acıdan öğrenmek, ona daha derin bir anlam yüklemek gerekir. Gerçek öğrenme, sadece acıyı hissetmekle ilgili değildir, özgün öğrenme, bizi gerçek mutluluğa ve dengeli bir yaşama götürür. Yaralarımızın bizi başka bir insana dönüştürmesine izin vermemeliyiz. Affetmek, her zaman bir zorunluluk değildir, fakat kendimizle uzlaşmak en önemli adım olabilir. Duygusal yaralar bizi öfkeye, kırgınlığa, hayal kırıklığına ve kırılganlığa sürükleyebilir. Ancak, bunları kabul etmek, onlarla barış yapmak ve yaralı halimizle uzlaşmak, iyileşme yolundaki ilk adımdır. Kendimize şefkatle yaklaşmak, iyileştirmeye başlayacağımız yoldur.

Son olarak, çocukların duygusal yaralarını zamanında fark etmek önemlidir. Okullarda, aile dinamikleri nedeniyle sorunlu davranışların erken dönemde tanınması, duygusal travmaların daha büyük bir hal almasını engelleyebilir. Unutmayalım ki, hepimizin mutlu olma hakkımız var. Hiçbirimiz ebeveynimizi ya da ailemizi seçemedik; fakat hepimizin, sağlıklı, dengeli bir psikolojik ve duygusal yaşam sürme hakkı vardır. Ve bu hak için mücadele etmeliyiz.

title