Haberler

Şiir, kadın ozanlar ve edebiyat mahfilleri: 1980'ler türkiye'sinde bir yolculuk

Erinç Büyükaşık

Erinç Büyükaşık

Papirüs Programı Sunucu Yazar Editör
14.07.2024 02:47
Türk edebiyatının gizli kahramanları olan edebiyat mahfilleri, şiir ve romanın evriminde kilit bir rol oynamıştır. 1980'li yılların bunalım kuşağı olarak anılan dönemde, şairler arasındaki dostluklar ve dayanışma, edebiyatın hem bireysel hem de toplumsal iyileştirici gücünü bir kez daha kanıtlamıştır. Bu dönemde, edebiyat mahfilleri, şairlerin bir araya gelip fikir alışverişinde bulunduğu, şiir teorileri üzerine tartıştığı ve dünya literatürünü keşfetmeye çalıştığı mekânlar olarak parlamıştır.

1980 Askeri Darbesi sonrası Türkiye, siyasi ve toplumsal bir kaosun içine sürüklenirken, şairler ve yazarlar bu zorlu dönemi atlatmanın yollarını aramıştır. Tuğrul Tanyol, Adnan Özer, Yaşar Miraç ve Barış Pirhasan gibi isimler, şiirin bireysel ve toplumsal yaraların üstesinden gelmede ne kadar güçlü olabileceğini göstermiştir. Şiir, bu dönemde yalnızca bir edebi tür olmaktan çıkmış, bir iyileşme aracı, bir dostluk ve dayanışma sembolü haline gelmiştir. 1980 kuşağı şairleri, yalnızca şiir yazmakla kalmamış, aynı zamanda şiir üzerine derinlemesine düşünmüş ve teoriler geliştirmiştir. İsmail Tunalı gibi hocalardan felsefi eğitim almış olan Tuğrul Tanyol, şiirin doğasını ve işlevini sorgulamış ve bu sorgulamaları eserlerine yansıtmıştır. Tanyol'a göre şiir, bir iktidar aracı değil, fizik ötesi anlamlar barındıran, derin düşüncelerin ve duyguların ifadesidir. Felsefenin yolda olma hali, onun şiirinde bir soruya cevap vermekten çok, o soruyu derinlemesine irdelemektir.

Şiir ve roman, modernleşmenin farklı yansımaları olarak edebiyat dünyasında yer almıştır. Roman, modern dünyanın karmaşıklığını ve bireysel deneyimleri anlatırken, şiir daha yoğun ve öz bir anlatım sunar. Bugün, dijital çağın etkisiyle roman ve şiir de dönüşüm geçirmiştir. Dijital çağın yeni medyumları, edebiyatın ifade biçimlerini ve okuma alışkanlıklarını değiştirmiştir. Ancak, şiir ve romanın etik, sosyoloji ve tarih ile olan bağı, bu değişimlere rağmen devam etmektedir.

1980'ler kuşağı şairleri arasında kurulan dostluklar, edebi üretimi ve şiirin gelişimini büyük ölçüde etkilemiştir. Osman Konuk, Adnan Özer, Yaşar Miraç, Mehmet Müfit, Tuğrul Tanyol, Metin Celal, Ebubekir Eroğlu ve Akif Kurtuluş gibi isimler, birbirlerinin eserlerini okuyarak, eleştirerek ve destekleyerek edebiyatın gelişimine katkıda bulunmuştur. Çorlulu oturmaları gibi toplantılar, bu dönemin bunalımlı yıllarında şairlerin birbirine tutunarak ayakta kalmasını sağlamıştır.

1980'in Şiir Yolculuğu

Modern Türk şiirinin 80 sonrası dönemini şiirleriyle ve kuramsal yazılarıyla etkileyen Tuğrul Tanyol, günümüz şiirinde de etkin bir konumda bulunmaktadır. İdeolojik ölçütlerin edebiyatın dışında tutulmasında ve gelenekle uzlaşı çerçevesinde ilişki kurulmasında önemli bir rol oynamıştır. Tanyol'un şiirleri, varoluş problemini zaman çerçevesinde ele alan, sorgulayan ve fenomenolojik yönelimler gösteren bir yapıya sahiptir. Şiirlerinde anlam, gerçek ve imgeyi dilin özerk yapılarının işleyişinde belirleyici olan müzikle ilişkilendirir.

Şiir, şairin gündelik hayatını ve iç dünyasını yansıtan bir envanterdir. LEFABUAER'in de belirttiği gibi, şiir insan varlığının bir nevi soruşturmasıdır. Kendi şiirimde de böyle bir envanter çıkarmak ve varlığıma dair bir soruşturma yapmak mümkündür. Şiirlerimde yer alan temalar, imgeler ve duygular, hayatımın ve düşünce dünyamın birer yansımasıdır. Her dize, her imge, içsel yolculuğumun bir parçasıdır.

Türk şiirinde imgenin yeri tartışmasız büyüktür. Orhan Veli'den Turgut Uyar'a, Ece Ayhan'dan Tuğrul Tanyol'a kadar birçok şair, imgeyi şiirlerinde önemli bir unsur olarak kullanmıştır. Kendi şiirimde de imgenin yeri büyüktür. İmgeler, şiirimin dilini zenginleştirir ve duygusal derinlik katar. Şiirde imge, sadece bir anlatım aracı değil, aynı zamanda bir düşünce ve duygu dünyasının kapılarını açan anahtardır.

Şair ve akademisyen Emel Koşar kuramsal açıdan da güçlü bir altyapıyla karşımıza çıkan şiir kitaplarının (Figüranın Yalnızlığı, Işığın Nefesi gibi yapıtlarıyla) Türkiye şiir tarihi adına kayda değer bir yerde durduğunu söylemek zor değil. Koşar, Türkiye şiir tarihinin farklı geleneklerinden beslenmeyi tercih ettiğimi ifade ediyor. Garip akımı ve İkinci Yeni'nin şiir anlayışları, benim şiirlerimde önemli bir etkiye sahiptir. Aynı zamanda Divan şiirinin zarafeti ve Halk şiirinin içtenliği de şiirlerimde kendini gösterir. Şiirlerimde bu farklı geleneklerin izlerini bulmak mümkündür.

Garip akımından İkinci Yeni'ye geçişle birlikte, Türk şiirinin bireyin trajedisine daha fazla kulak verdiğini görüyoruz. 90'lar ve 2000'ler şiirinde bu eğilim daha da belirgin hale gelmiştir. Kendi şiirimde de özellikle kadınların yalnızlığı, anlaşılamama acıları, annelik ve yitirilen çocukluklar gibi temalara yer veririm. Bu temalar, şiirlerimde bireysel ve toplumsal acıların ifadesi olarak kendini gösterir.

Emel Koşar da şair, yazar ve bir akademisyen olarak "şiirin tarihine" dair coğrafyamızın öyküsünü aktaran incelemelerinin şairin dizelerindeki "arkaik" zenginliği de şekillendirdiğini söylemek gerek. Buna bağlı olarak Lale Müldür şiirine dair Koşar'ın düşünceleri de bu bağlamda hayli kıymetli. Koşar'a göre Müldür'ün şiirleri, modern Türk şiirinin önemli örneklerin be Onun şiirlerinde yer alan imgeler, duygusal derinlik ve dilin özgün kullanımı, şiir tarihimizde önemli bir yer tutar. Aynı zamanda onun şiir evrenini besleyen Ahmet Hamdi Tanpınar'ın rüya, zaman ve an üzerinden dile getirdiği dizeler, Türk edebiyatında zaman algısına dair önemli bir perspektif sunmaya devam ediyor bir nevi. Koşar'ın kendi şiirinde de zaman algısına dair benzer bir yaklaşım sergilediği de söylenebilir. Şairin bu bağlamda yazdığı akademik yayınlarda da zamanın şiirdeki yerini ve anlamını irdelemeye çalışmıştır. Koşar'ın bu yazınsal tavrının ortaya koyduğu temel veri de şu olmuştur. Koşar'a göre şiir bu noktada zamanın izlerini taşıyan bir sanat formu olarak varlığını şiirin derinliklerinde gösteren bir sonuçtur.

Kadın ozan olmanın cinsiyetçi toplum kodları düşünüldüğünde sancılı bir serüven olduğu aşikâr. Lale Müldür ve Didem Madak gibi isimlerin dizelerinde kadınlık deneyimlerinin zorluklarını görmek mümkündür. Toplumsal eşitsizlikler düşünüldüğünde, kadın şairlerin karşılaştığı zorluklar, onların şiirlerinde de kendini gösterir. Kadınlık, bir ozan için hayli zor bir zanaattır; ancak bu zorluklar, şiirin derinliğini ve gücünü de artırır.

1980'lerde dikkat çeken bir gelişme de feminist düşünce ve eylemin gelişmesi paralelinde şair kadınların yaptığı niceliksel atılımdır. Bu yıllarda şair kadınlar, Türk edebiyatında önceki dönemlerin hiçbirinde söz konusu olmadığı kadar göz önündedir, çıkış içindedir. Süreç içerisinde bunların çoğu elenip gitmiş olmakla beraber 80 sonrası dönemde deyiş yerindeyse kadın şair patlaması yaşanır. Başta, dönemin fenomen şairi Lâle Müldür olmak üzere Nilgün Marmara, Esra Zeynep, Perihan Mağden; 90'larda Didem Madak, Zeynep Köylü, Fatma Şengil, Nilgün Üstün vd. olmak üzere pek çok kadın şairin çıkışına tanık olunmuştur. Bu, her şeyden önce erkek egemen bir fotoğraf sunan edebiyat dünyası için önemli bir gelişmedir ve arkası gelmiş, ilerleyen süreçte kadınlar edebiyatın her alanında giderek artan bir grafik çizmiştir.

Şiirin Hafıza ve Bugünü

Şiir, hafızanın ve bugünün iç içe geçtiği bir aynadır. Bir yanda, geçmişin izleri ve hatıraları; diğer yanda, bugünün acıları, sevinçleri ve umutları... Şiir, bu iki zaman dilimini bir araya getirerek insan ruhunun en derin köşelerine dokunur. Şair Haydar Ergülen'in çocukluğa dair hatıralarını, nesneler ve mekânların çağrışımıyla şiirine yansıtması, hafızanın şiirle nasıl canlı tutulduğuna dair güzel bir örnektir. Ergülen'in şiirlerinde yer alan çekmece ve çocuk sözcükleri, geçmişe duyulan özlemi ve bugünün kederini bir araya getirir.

Kadın şairlerin şiir dünyasında yaptığı atılımlar, bu hafıza ve bugünü daha da zenginleştirir. Emel Koşar, Lale Müldür, Didem Madak ve diğer kadın şairler, kadınlık deneyimlerini, toplumsal eşitsizlikleri ve bireysel acıları şiirlerine yansıtarak edebiyata yeni bir soluk getirmiştir. Kadın şairlerin şiirleri, sadece estetik bir değer taşımaz; aynı zamanda toplumsal bir mesaj ve mücadele aracı olarak da önemli bir yer tutar.

Şiirin ritim ve müzik, tarih ve mimariyle ortak bir yolculuğu vardır. Emel Koşar'ın "Figüran Yalnızlığı" adlı kitabının başında yer alan "Şiir, İçimdeki Ezgilerin Kâğıda Dökülmesidir" adlı poetik yazısında belirttiği gibi, şiir bir ezginin kâğıda dökülmesidir ve bu ezgi, şairin iç dünyasının bir yansımasıdır. Pelin Özer'in de dediği gibi, şiir sadece yazılmakla kalmaz, yaşanır, toplanır ve zaman zaman buluşturulur. Şiir, hayatın içinden geçerken, bizi de kendi iç dünyamıza doğru bir yolculuğa çıkarır. Bu yolculuk, geçmişin izleriyle bugünün gerçekliklerini birleştirerek, insan ruhunun derinliklerinde yeni anlamlar yaratır. Şiirin hafızası ve bugünü, edebiyatın ve insanlığın ortak birikimini yansıtan, sürekli yenilenen ve derinleşen bir kaynaktır.

title