Ortadoğu’da yazının vicdanı
Erinç Büyükaşık
Ortadoğu'da yazar olmak, tarih, kimlik ve coğrafya arasındaki derin yarıklardan seslenmeyi gerektirir. Bu coğrafyanın edebiyatı, tarihin karanlık köşelerinde yankılanan acıların, toplumsal çatışmaların ve bitmeyen bir arayışın aynasıdır. Edward Said ve Amin Maalouf gibi yazarlar, bu aynanın yüzeyindeki çatlakları gözler önüne sererken, Ortadoğulu bir yazarın üstlendiği yükün ve sorumluluğun boyutlarını açığa çıkarır.
Edward Said'in Oryantalizm adlı eserinde, Batı'nın Doğu'yu nasıl bir öteki olarak inşa ettiğini anlatan satırları, Ortadoğulu yazarın mücadele sahasını tarif eder. Said'in şu tespiti, bu savaşın boyutlarını çarpıcı bir şekilde özetler: "Doğu, Batı'nın hayal gücünde bir kurmaca, bir serap ve aynı zamanda bir güç nesnesidir." Batı'nın, Doğu'ya dair kurguladığı egzotik ve irrasyonel imge, Doğulu bir yazarı yalnızca kendisi olmaktan değil, hikâyesini özgürce anlatmaktan da alıkoyar. Bu öykü, önce oryantalist söylemin tahakkümünden, ardından da bu söylemi içselleştirmiş yerel anlayışlardan sıyrılmak zorundadır.
Amin Maalouf, bu zorunluluğun başka bir boyutuna dikkat çeker. Ölümcül Kimlikler adlı eserinde, kimlik kavramını bir hapis odası gibi değil, bir harita gibi okumayı önerir. Kimlik sabit değildir; tarih, kültür ve bireysel deneyimlerin kesişiminden doğar. Ancak Ortadoğulu bir yazar için bu harita, sürekli değişen bir fırtınanın içindedir. Maalouf'un şu sözleri, kimlik meselesine dair dile getirdiği bu çıkmazı özetler: "Kimliğimin parçalarını inkâr edemem; fakat bu parçaların hepsine aynı anda ait olmayı da kolaylıkla başaramam." Ortadoğulu bir yazar, kendi mirasına sahip çıkarken, bu mirasın yükünden kurtulmayı da öğrenmek zorundadır.
Ortadoğu'nun tarihsel trajedileri, bu coğrafyanın edebiyatında silinmez izler bırakır. Savaşlar, göçler ve toplumsal travmalar, bu edebiyatın her cümlesinde hissedilir. Edward Said'in Kültür ve Emperyalizm eserinde belirttiği gibi, bir yazarın görevi yalnızca kendi toplumunun hikâyesini anlatmak değil, bu hikâyenin dünya sahnesindeki yankısını da yaratmaktır. Fakat bu yankı, genellikle önyargılarla bastırılmıştır. Said, bu baskıyı kırmak için entelektüel direnişi önerir; yazmak, yalnızca bir ifade biçimi değil, aynı zamanda bir mücadeledir.
Maalouf'un Semerkant romanındaki "kaybolan kitaplar" metaforu, Ortadoğulu yazarın varoluş mücadelesini derinleştirir. Edebiyat, bir kayboluşun sessiz tanığıdır; fakat aynı zamanda bu kayboluşa direnişin en güçlü aracıdır. Maalouf'un karakterleri, zamanın ve coğrafyanın sınırlarını aşarak, kimlik arayışlarının evrensel bir yankısını yaratır. Bu yankı, Ortadoğulu yazarların hikâyelerini yalnızca kendi halklarına değil, dünyaya anlatmalarını sağlar.
Edward Said'in "kültürel melezlik" kavramı, Ortadoğulu yazarın içsel çatışmasını anlamada kilit bir rol oynar. Batı'nın gözünden görülen Doğu ile Doğu'nun kendi öz bakışını harmanlamak, yalnızca bir denge arayışı değildir; bu, aynı zamanda yaratıcı bir patlamanın da zeminidir. Amin Maalouf, çok katmanlı kimliklerin gücüne inanırken, Said, bu kimliklerin kültürel ve politik birer direniş aracı olarak nasıl kullanılabileceğini gösterir.
Ortadoğulu bir yazar, yalnızca yazdığı metinlerin değil, aynı zamanda yaşadığı coğrafyanın da tanığıdır. Onun kalemi, köklerinden koparılan hikâyeleri dünyaya taşıyan bir köprü gibidir. Fakat bu köprü, zaman zaman kırılgan, zaman zaman ise güçlüdür. Edward Said'in şu cümlesi, bu kırılganlığı ve gücü aynı anda dile getiriyor: "Yazmak, köklerimize bağlanmak değil; o köklerden yeni dallar yaratmaktır." Bu nedenle, Ortadoğulu bir yazar için edebiyat, yalnızca bir ifade biçimi değil, aynı zamanda bir varoluş biçimidir.
Savaş ve çatışmaların ortasında her geçen gün "kimlik", "aidiyet", "öteki" paradigmalarıyla çepeçevre bir Ortadoğu'da yazar olmak, bir nevi tarihe, coğrafyaya ve kimliğe meydan okumaktır. Bu meydan okuma, sessizliğe direniş, stereotiplere karşı bir başkaldırıdır. Edward Said ve Amin Maalouf'un eserlerinden öğrendiğimiz en önemli ders, yazının sınır tanımadığıdır. Ortadoğulu bir yazar, kelimeleriyle hem geçmişe hem geleceğe seslenirken, insanlığın ortak hikâyesine unutulmaz bir iz bırakır. Yazmak, Ortadoğu'da sadece bir eylem değil, dünyayı yeniden kurma çabasıdır.