Fay kırıklarından edebiyata düşenler
![Erinç Büyükaşık Erinç Büyükaşık](https://www.haberler.com/crop/80x80/i/56/erinc-buyukasik_1164556_8944_b.jpg)
Erinç Büyükaşık
![](https://foto.haberler.com/genel/yazar-yazilari/2025/02/04/fay-kiriklarin-edebiyata-dusenler-3901_1874_amp.jpg)
6 Şubat… Unutulması imkânsız bir tarih. Gecenin karanlığında uykularımıza çöken bir felaket. Betonun, demirin, insanın ve vicdanın kırıldığı an. Ama sadece binalar mı çöken? Hayatlar, şehirler, hayaller de yerle bir oldu. Binlerce insanı hayattan koparan bu büyük felaket, aslında yıllardır göz göre göre gelen bir ihmaller zincirinin sonucuydu. Doğa sarsıntılar, depremler, yıkımlarla insanlığa kendisini sürekli anımsatan bir gerçekken yaşanan bu büyük yıkımın ve yarattığı toplumsal travmalarına gerekçesi de insanın "muktedir" olarak yarattığı cehennemler kuşkusuz. Bilimin uyarılarını duymayanlar betonla rantı yoğuranlar sorumluluğu "kader planı" diyerek geçiştirenler… Enkazın altında kalan kentlerin hafızası olduğu gibi yaşam hakkını ısrarla savunması gereken insanın sesi ve çığlıkları bununla birlikte.
Ancak her büyük felaket sadece yaşanan bir trajedi değil aynı zamanda bir anlatıdır. İnsan hafızası yaşadığı acıları unutmamak ve hesap sormak için onları yazıya döker. Peki edebiyatımız bu büyük felaket karşısında nasıl bir duruş sergiliyor? Acının tanıklığını üstleniyor mu yoksa sadece izlemekle mi yetiniyor?
Sanat kolektif hafızanın taşıyıcısı bir nevi. Ancak Türk edebiyatında deprem gerçeği sarsıcı etkisine rağmen yeterince yer bulamadı bugüne dek. Üzerine yazıp çizmekten bir nevi ürktü belki sanatçılar. Depremin yıkıcı etkisinin toplumların travmalarını da beslemesinden kaynaklanıyor belki de bu durum. Oysa bu coğrafya defalarca yıkılmış defalarca yeniden kurulmuş bir yer. Fay hatları yalnızca yerin altında değil siyasal toplumsal ve düşünsel dünyamızda da derin çatlaklar oluşturuyor. İşte bu yazı depremin edebiyatımızdaki izdüşümlerini sorgulamak ve hafızamıza kazımak için kaleme alındı bu nedenle de. Çünkü bazı gerçekler yalnızca yaşanarak değil yazılarak da hatırlanmalı.
Belki de insanlık sözlü metinlerden, tüm inanmalarına uzanan uzun serüveninde "deprem" gerçeğinin de farkındaydı. Bu anlamda kutsal kitapta "Güneş dürüldüğü zaman / Yıldızlar bulanıp söndüğü zaman/ Dağlar sökülüp yürütüldüğü zaman" (Tekvir/1, 2, 3) diye başlayıp devam eden metinde anlatılan yer sarsıntısının bir benzerini 6 Şubat 2023'te yaşamıştık. Kitabın anlattığı kıyamet sahnesidir ama deprem de bir nevi küçük kıyamet değil mi? Dağların yürümesi denizlerin taşması hayvanların bağırtısı insanların çığlığı… Şehirlerin yerle bir olması… O şehir ki, "Ve şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi" (Yasin/20) cümlesi ile anlatılan şehirdi. O şehir ki İncil'de "Öğrencilere ilk defa Antakya'da Mesihçiler adı verildi" (Elçilerin İşleri, 11: 25,26) denilen şehirdi. O şehir ki Milattan Sonra 115 depreminde Roma İmparatoru Trajanus'un kendini pencereden dışarı atarak canını zor kurtardığı şehirdi. O şehir ki çevresindeki Casius Dağı'nın (Kel Dağ) yerinden oynadığı tepelerin denize ve şehre aktığı şehirdi.
Depremler sadece yer kabuğunu değil insan psikolojisini ve toplumsal yapıyı da sarsar. Erhan Bener "Kırılma Noktası" romanında bunu şu sözlerle anlatır: "Harekete geçen yerkürenin gürlemesi bu çatırdayan toprağın gümbürtüsü yıkılan evlerin şangırtısı… Fay kırıldı yaşamlar yaşanmışlıklar kırıldı…" Bu anlatı sadece yıkımı değil insana dair temel korkuların varoluşun kırılganlığının bir tasviridir.
Edebiyatımızda depremle ilgili yaratılar genellikle bireysel trajedilere odaklanırken toplumsal eleştiriyi geri planda bırakıyor. Oysa deprem yalnızca bireysel bir acı değil sistemin çürümüşlüğünün bir aynasıdır. Sezer Çakmak "Aşklar ve Baharatlar" romanında kurtarma ekiplerinin gecikmesini ve organizasyon bozukluğunu şu sözlerle ele alır: "Macar kurtarma ekibi başkanı Karoly Baranya: 'Biz Salı günü İstanbul'a indiğimiz zaman organizasyon bozukluğu nedeniyle grubumuz felaketin merkez üssü İzmit yerine İstanbul Avcılar'a götürüldü. İzmit'e Çarşamba öğleden sonra ulaşabildik. Doğrudan İzmit'e gidebilseydik belki 50 kişiyi hayata döndürebilirdik.'"
6 Şubat 2023 depremi yazar ve şairlerin dünyasında şüphesiz önemli bir yer edindi. Depremin yıkıcılığından doğan acılar sancılar ağıtlar ve çığlıklar sanatçı ruhun imbiğinden süzülerek birer hüzün destanı olarak ilham perisinden sayfalara döküldü dökülüyor ve dökülecek. Çok büyük ihtimalle bu alanda romanlar ve öyküler de okuyacağız ileride. Mısralarından ağıtlar taşan şiirler ise hüzün dünyamızda yer edinmeye başladı. Deprem sonrası yayınlanan şiirlerden örnekler vermeye çalışacağım.
Yaşar Kemal'in dediği gibi "Röportaj bal gibi edebiyattır. " O felaketin yaşandığı yerlere giderek yıkımın ortasında kalan insanları devletin eksikliklerini ve toplumun bu afetler karşısındaki tepkilerini kaleme almıştı. "Yanan Ormanlarda Elli Gün" ve "Hasankale Yerle Bir" gibi röportajları edebiyatın nasıl bir tanıklık görevi üstlenebileceğinin en önemli örnekleridir.
Öyleyse biz de soralım: Deprem yalnızca bir doğa olayı mıydı yoksa yönetilemeyen bir kriz mi? Çürük binalar denetimsiz yapılaşma kriz anında çuvallayan sistem… Bunlar da edebiyatın konusu değil mi? Edebiyat gerçekleri anlatmalı yüzleştirmeli sarsmalı… Fay hatlarının sadece yerin altında olmadığını toplumsal yapımızda da derin yarıklar açtığını unutturmamalı… Çünkü bazı gerçekler yalnızca yaşanarak değil yazılarak da hatırlanmalıdır.