Deliren Bir Dünya ve Çağa Düşenler
Erinç Büyükaşık
Günümüz dünyası, adeta bir distopyanın karanlık sahnesinde oynanan bir trajedi gibi görünürde sakin ama altında büyük çalkantılar barındırıyor. Korku ve çoktan "yazgı" olarak görmekten vazgeçmediğimiz bu distopyanın yine insan eliyle kurgulandığını ve icra edildiğini söylememiz gerek. Sınavlardan geçiyor gezegen ve insanlık. Güç ve iktidar savaşları yalnızca "Yüzüklerin Efendisi"nin değil gezegenin de bitmeyen distopik romanının ana mevzusu. Teknolojinin sarsıcı ilerleyişi, ekosistemlerin çığlıkları, yapay zekanın tehditkâr gölgesi ve kültürel karmaşaların yarattığı gerilimler bizi kaçınılmaz bir krize doğru sürüklüyor.
Jean Baudrillard'ın "Kötülüğün Şeffaflığı" adlı eserinde, Batı'yı var eden temel kavramların, gelişme, ilerleme ve kendini koruma ilkesinin her yerde yok oluşun ve ölme halinin sürekliliğine dönüştüğünü göstermesiyle karşılaşıyoruz. Sibernetik devrim, makine ile insan arasındaki ayrımı makine lehine ortadan kaldırmış; politikanın sonuna yol açan "politik devrim" ise eski politik biçimlerin simülasyonlarına egemenliğini kurmuştur. Bu, modern dünyanın distopya ile iç içe geçtiğinin açık bir göstergesidir.
Microsoft'un küresel çapta yaşadığı kesinti, modern dünyanın teknolojik bağımlılığını ve bu bağımlılığın ne kadar kırılgan olduğunu gözler önüne seriyor. Hava yolu şirketlerinden bankalara kadar birçok sektörde yaşanan aksaklıklar büyük teknoloji şirketlerinin tekelleşmesinin ve bu tekellerin yarattığı küresel kırılganlıkların somut bir göstergesi. Adeta bir dijital kıyamet senaryosu bizi teknolojinin büyüsüne kapılmış bir şekilde savunmasız bırakıyor.
Yapay zeka, geleceği yeniden şekillendiren bir hayalet gibi hayatımızın her köşesine sızıyor. Ancak bu hayalet sadece kolaylıklar değil aynı zamanda büyük tehditler de barındırıyor. Bir yazılım açığı tüm sistemleri çökertme potansiyeline sahip ve bu tehlike, gelecekte daha sık yaşanacak dijital felaketlerin habercisi.
WWF-Türkiye'nin Yaşayan Gezegen Raporu doğanın çığlığını duyuruyor. Bir türlü işitilmeyen çığlıklar üstelik. Gezegendeki doğal kaynakların hızla tükenmesi, biyoçeşitliliğin dramatik bir şekilde azalması ve su krizleri gezegenimizin tükenişinin alametleri. Doğa, insanoğlunun açgözlülüğü ve kontrolsüz tüketimi altında inlerken sürdürülebilir uygulamalar ve radikal değişimler gereklidir. Ekosistemlerin yok oluşu bir çevresel distopyanın habercisidir.
Hannah Arendt'in "Kötülüğün Sıradanlığı" adlı eserinde vurguladığı gibi, kötülük sıradanlaşmış durumda ve onun gezegenin muktedirlerinin hamasi gösterilerinde (gösteri toplumunun en sevdiği şekilde) aramızda özgürce gezindiği düşünüldüğünde bu gerçek daha da ürkütücü hale geliyor. Arendt'in Adolf Eichmann'ın yargılanması üzerinden yaptığı analizde, kötülüğün nasıl sıradanlaştığını ve bir toplumun bu denli vahşeti nasıl kanıksayabildiğini görmekteyiz. Eichmann'ın, Nazi Almanyası'nda milyonlarca Yahudi'nin ölüme gönderilmesindeki rolü yalnızca sadist bir canavarlık değil aynı zamanda korkutucu derecede normal bir insanın yaptığı işlerin bir sonucuydu. Bu da bir nevimodern dünyanın distopyan yapısına dair güçlü bir eleştiridir.
Küreselleşme ve teknolojik gelişmeler, kültürel kimliklerimizi tehdit eden görünmez bir el gibi. Yerel kimliklerin korunması zorlaşırken toplumlar geleneksel değerleri ile modern dünyanın dayatmaları arasında sıkışıyor. Kültürel krizler, toplumsal bütünlüğü zedeleyerek sosyal ve politik istikrarsızlıkları besliyor.
Ortadoğu, tarih boyunca savaşların ve çatışmaların merkezi olmuştur. Bölgenin stratejik önemi ve doğal kaynaklar üzerindeki rekabet sürekli bir gerilim yaratmaktadır. Bu durum sadece bölgeyi değil küresel barış ve güvenliği de tehdit etmektedir. Ortadoğu'daki savaşlar, dünya genelinde göç krizlerine ve insani felaketlere yol açarak küresel toplumun büyük bir bölümünü doğrudan etkilemektedir. Büyük güçlerin çıkarları bu çatışmaların arkasındaki görünmez eldir. Ortadoğu'nun bitmeyen savaşları bir distopyanın kanlı sahnelerini anımsatıyor.
Dijital çağda bilgi kirliliği ve manipülasyon, bireylerin gerçeklik algısını ve kimliklerini derinden etkilemektedir. Gerçeklikten kopuş, toplumsal bütünlüğü zedelerken bireyler arasındaki güveni sarsmaktadır. Gerçeklik algısının manipülasyonu bir distopyanın temel unsurlarından biridir.
Günümüz ekonomik sistemleri gezegenin biyoçeşitliliğini yok ediyor. Çeşitli hayvan ve bitki türleri hızla yok olurken ekosistemler çöküyor. Amazon ormanları ve mercan resifleri gibi kritik ekosistemler ekonomik büyüme ve iklim değişikliği nedeniyle büyük tehlike altında. Ekonomik sistemlerin yarattığı bu yıkım çevresel bir distopyayı çağrıştırıyor. Küresel ekonomik sistem, gezegenin doğal kaynaklarını hızla tüketmekte ve ekosistemleri yok etmektedir. Büyük güçlerin çıkarları doğrultusunda yapılan madencilik, tarım ve diğer faaliyetler biyoçeşitliliği yok etmekte ve yerel halkların yaşamlarını tehdit etmektedir. Bu sistem, insanlık için karanlık bir geleceğin haberci kuşkusuz.
Bu kaostan çıkış yolu radikal değişimlerden geçiyor. İnsanın kendi dönüşümü, hayatı ve gezegeni bir cehennemin eşiğinden kurtaran seçenekler kastım elbette. Sürdürülebilir kalkınma stratejileri benimsenmeli, yeşil teknolojilere yatırım yapılmalı ve yenilenebilir enerji kaynakları teşvik edilmelidir, şeklindeki önermeleri yinelemekte fayda var. Elbette sorular sormaktan ürkmemek de doğru yanıtları da inşa edecek. Yapay zekanın güvenliği ve etik kullanımı sağlanmalı, uluslararası iş birliği artırılmalıdır. "Bu bağlamda kültürel çeşitlilik ve yerel kimlikler korunmalı, toplumsal adalet sağlanmalıdır. Ortadoğu ve diğer çatışma bölgelerinde barış ve adalet sağlanmalı, küresel barış çabaları desteklenmeli", savımızın safdil bir yanı olsa da İsrail'in tüm çılgınlıklarına rağmen savaş ikliminden çıkan Ortadoğu kuşkusuz gezegene kuşkusuz iyi gelecektir. Bireyler, ekolojik ayak izlerini azaltmak için bilinçlenmeli ve çevre dostu yaşam tarzlarını benimsemeleri gerekecek bu yolculukta. Mevcut ekonomik sistemlerin yerini, insanlık ve doğa arasında sürdürülebilir bir ilişki kuracak yapıların alma olasılığı da hayat kurtarıcı olacak bizim için. Distopik geleceğin önüne geçmek için tüm insanlığın gezegen için dayanışması elzem bu bağlamda.
Bu gezegen bir gün bize yetmeyecek. Merakımız ve keşif arzularımız bizi başka dünyalara yönlendirecek. Belki de insanoğlu eninde sonunda uzaya yerleşecek. Bu sadece Ay ve Mars gibi yakın gökcisimleriyle sınırlı kalmayacak, bir gün Güneş Sistemi'nden de öteye giderek tüm Samanyolu'nu kolonileştirme yolunda ilerleyeceğiz. Ancak bu hedeflere ulaşmak için gereken teknolojik ve bilimsel gelişmeler, insanlığın doğa ile uyumlu bir şekilde yaşaması gerektiği gerçeğini değiştirmiyor. Dünya'yı terk etmek, çoğu zaman bir felaketten kaçmak olarak düşünülse de insanoğlu bu gezegene bağlı kalacak. Yakın gelecekte herhangi bir felaketle karşılaşırsak gezegeni terk etmek gibi bir seçeneğimiz olmayacak; başımıza gelecekleri canlı yayınlarda paylaşmak da işe yaramayacak yok oluşumuzun kıyısındayken. Belki telefonlarımızı bir kenara bırakıp can havliyle ve tüm ilksel güdülerimizle kalıp savaşmak için son hamlemizi atacağız. Kaynakların hızla tükenmesi ve ekosistemin bozulması belki de gezegeni terk etmemiz için en büyük neden olacak. Ancak, bu kaçışın mümkün olması için bilimsel ve teknolojik altyapının gelişmesi ve bir şekilde insancıllaşması gerekiyor.
Dünyamız, teknoloji, ekoloji ve toplumsal yapılar arasındaki çatışmalarla delirmiş durumda. Bu sorunlarla başa çıkmak için sürdürülebilir ve güvenli sistemler geliştirmemiz, kültürel çeşitliliği korumamız ve barışçıl çözümler üretmemiz gerekmektedir. Teknolojinin ve dijital altyapının güvenliği, ekolojik dengeyi koruma çabaları ve kültürel uyum geleceğimizi şekillendirecek en önemli faktörlerdir. Distopik bir geleceği önlemek, bugün atacağımız adımlara bağlıdır.