Deliliğimizin eşiğinde değinmeler
Erinç Büyükaşık
Zıvanadan çıktık sanki? Hayat çok gürültülü, zihnimiz çorbaya dönmüş; savaş, yoksulluk, kıyım, gezegenin pür-i ahvali, iklim krizleri derken dünyanın da zıvanadan çıktığını görmek mümkün. Muktedirlerin yarattığı acımasız iklim, toplumsal adaletsizlikler ve kalabalıkların yalnız bırakılması, bireyleri deliliği bir kaçış ve direniş biçimi olarak benimsemeye zorluyor. Bu delilik, yalnızca bireysel bir çöküş değil, aynı zamanda toplumsal düzenin haksızlıklarına karşı bir başkaldırı. Shakespeare'in trajedi ve komedilerinde deliliğin sahnedeki yeri, Foucault'nun "iktidar" ve "delilik" kavramlarını ele alışı bu durumu pekiştirir.
Foucault'nun 1961 tarihli eseri 'Delilik ve Akıl Bozukluğu', deliliğin tarihsel olarak nasıl algılandığını ve toplumda nasıl bir işlevi olduğunu irdeleyerek, modern toplumun deliliğe bakışını kökten sarsar. Foucault'ya göre, tımarhaneler sadece akıl hastalarını iyileştirmek için değil, aynı zamanda toplumsal normlara uymayanları kapatmak ve denetim altında tutmak için kullanılmıştır. Delilik, aslında toplumun iktidar mekanizmalarının bir parçası olarak işlev görür.
Soğuk savaş yıllarındaki paranoya, günümüzün şizofrenik toplum yapısıyla yer değiştirirken, edebiyat bu ruh hallerinin en derin ve çarpıcı yansımalarını sunar. Örneğin, modern burjuva toplumunun temel anlatı biçimi olan romanın ilk örneği, Don Kişot, aslında bir delirme hikâyesidir. Peki, Don Kişot'u delirten nedir? Aşk mı, okuduğu kitaplar mı, yoksa değişen toplumsal koşullar mı? Belki de hiç macera yaşanamayacak bir dünya gerçeği, onu çıldırtmıştır. Don Kişot'un meczupluğu, derin bir bilgelik mi gizler, yoksa toplumsal gerçeklikten kaçışın sembolü müdür?
Edebiyat tarihine baktığımızda deliliğin cinsiyetle olan bağını da görmezden gelemeyiz. Neden birçok delirmiş kahraman kadındır ve neden bu kadınlar genellikle tavan aralarına tıkılır? Victoria dönemi edebiyatında, erkek karakterler genellikle akılcı ve bilgi dolu kişilikleriyle öne çıkarken, kadınlar tutkuları ve delilikleriyle resmedilmiştir. Bay Rochester'ın tavan arasındaki talihsiz eşinin hikayesi anlatılsa, Jane Eyre evlilik kararını gözden geçirir miydi? Ya da bu hikaye, ondan çok sonra kaleme alınmış Tante Rosa'nın hikayesine mi benzerdi?
Mine Söğüt'ün "Deli Kadın Hikâyeleri"nde, kadın karakterler toplumsal baskılar ve şiddet karşısında delilik sınırlarında gezinen figürler olarak karşımıza çıkar. Bu kadınlar, delilikleriyle sadece bireysel bir çöküşü değil, aynı zamanda toplumsal normlara karşı bir başkaldırıyı simgelerler. Söğüt'ün öyküleri, kadının doğayla ve kaosla olan ilişkisini, toplumsal denetim ve baskıya karşı bir direnç olarak sunar.
Gogol'un "Bir Delinin Hatıra Defteri"nde ise, sıradan bir memur olan Poprişçin'in deliliğe giden yolu, kabul gören normlara ve hiyerarşik toplumsal yapılara eleştirel bir bakış sunar. Gogol'un Poprişçin'i, deliliğiyle bürokratik düzenin anlamsızlığını ve bireyin bu düzende ezilmişliğini gözler önüne serer. Poprişçin'in kendi gerçekliğini yaratması, bir yandan trajik bir kaçışı simgelerken, diğer yandan da sistemin acımasızlığını ve bireyin çaresizliğini eleştirir.
Edebiyatın delirmiş karakterleri, çoğu zaman bize toplumun delilikle olan ilişkisini, normallik algımızı ve toplumsal düzenin altında yatan çelişkileri gösterir. Bu nedenle, delilik edebiyat için sadece bir tema değil, aynı zamanda insan doğasının ve toplumun derinliklerine inen bir keşif yolculuğudur. Don Kişot'tan Makbet'e, Poprişçin'den Söğüt'ün kadın karakterlerine kadar edebiyat, delilikle flört etmeyi sever. Bu karakterler, toplumun kabul gören normlarına eleştirel bir bakış sunar ve okura "normal"in ne olduğunu sorgulatır.
Delilik, edebiyatta ve toplumda sadece bir anomali değil, aynı zamanda bir ayna, bir başkaldırı ve bazen de bir kaçış yolu olarak karşımıza çıkar. Muktedirlerin baskıları, toplumsal adaletsizlikler ve bireysel trajediler, deliliği kaçınılmaz bir son yapar. Ancak bu delilik, aynı zamanda toplumsal normları ve iktidar yapıları sorgulayan, onları ters yüz eden bir güçtür. Edebiyat, bu gücü en etkili ve çarpıcı biçimde yansıtarak, bize hem insan ruhunun derinliklerini hem de toplumun çelişkilerini gösterir. Deliliğin edebi yansımaları, bize dünyayı ve kendimizi yeniden düşünmemizi sağlar.