Chaplin sinemasının politik İzdüşümü: modern zamanlar ve büyük diktatör
Erinç Büyükaşık
"İzleyicilerin içinden bir kadın bağırdı: "Hayır! Hayır! Biz teşekkür ederiz." Ve ardından diğer izleyiciler de bu sözleri alıp Chaplin'e haykırdılar…Bir şekilde ben bunun Sahne Işıkları'nın anahtarı olduğunu düşünüyorum. Bazılarının iyi bazılarının da muhteşem demelerinin önemi yok. Derecesi önemli değil. Bu, sıradan bir adam tarafından yapılmış sıradan bir film değil. Bu selüloit tarihinin ve duygular dünyasının en büyük dilimlerinden birisi; sanıyorum sinemayla gerçekten ilgilenen herkes, 'Teşekkürler size," diyecektir."
Köşe yazarı ve sinema yapımcısı Sidney Skolsky'in bu ifadeleri tam da II. Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş yıllarının Hollywood yapay ve cilalı gerçekliğinin içinde Chaplin'in ayrıksı konumuna dair önemli ipuçları sunuyor. Charles Chaplin'in yapımcılığını, yönetmenliğini ve başrolünü üstlendiği 1952 yapımı başrolü Claire Bloom ile paylaştığı filmin ana kahramanı olarak karşımıza çıkan ve bir zamanlar sahnede fırtınalar estiren Calvero, artık kendi köşesine çekilmiş ihtiyar bir adamdır. Calvero, intihara teşebbüs eden komşusunu kurtarır. Belden aşağısı felç geçiren bu balerinin sağlığına kavuşmasına ve sahneye dönmek için kendine güvenini kazanmasına yardımcı olur filmin öyküsü bağlamında. Söz konusunu izleyiciye sunduğu sinemaya dair bir dizi ipucunun peşi sıra günümüz izleyicisinin karşısına çıkan en temel veri de sanırım Chaplin'in sinema tarihine sadece bir komedyen olarak değil, aynı zamanda bir toplum eleştirisi ve eleştirel politik duruşuyla damga vurduğu hakikatı olacaktır. Elbette onun filmleri, mizahın güçlü etkisini kullanarak toplumsal sorunları ve politik meseleleri cesurca ele aldı. Özellikle "Modern Zamanlar" ve "Büyük Diktatör", Chaplin'in politik duyarlılığının en parlak örnekleri olarak öne çıkmaktadır.
Modern Times: Makineleşmenin Kıskacında İnsanlık
"Modern Times" (1936), Chaplin'in sanayileşme ve makineleşmenin insan üzerindeki yıkıcı etkilerini kara komediyle işlediği bir başyapıttır. Filmin açılış sahnesinde, işçilerin fabrikaya sürü halinde girdikleri gösterilir; bu sahne, modern toplumun bireyleri nasıl anonim birer dişliye dönüştürdüğünü çarpıcı bir şekilde gözler önüne serer. George Orwell'ın "1984" kitabındaki Big Brother'a benzeyen bir sistemle işçilerin sürekli gözetlenmesi ve kontrol edilmesi, Jeremy Bentham'ın Panopticon modelini çağrıştırır.
Chaplin'in canlandırdığı Şarlo karakteri, bu baskıcı fabrikanın sıradan bir işçisidir. İşveren, işçilerin temel ihtiyaçlarını bile vakit kaybetmeden karşılamalarını sağlamak için absürt çözümler sunar; bunlardan biri de otomatik yemek yedirme makinesidir. Şarlo, bu monoton ve acımasız düzene dayanamayarak psikolojik bir bunalım geçirir ve akıl hastanesine yatırılır. Hastaneden çıkar çıkmaz, elinde komünizmi temsil eden kırmızı bir bayrağı taşıdığı için yanlışlıkla bir protestoya katılır ve hapse atılır. Filmin sonunda, kimsesiz bir kızla tanışır ve yeni bir umutla hayata devam eder.
"Modern Times" filmi, kapitalist ve modernist sistemin sert bir eleştirisidir. Chaplin, dönemin ekonomik krizini, emek gücünün yerini alan makineleri ve işsizliğin yol açtığı monotonluğu mizahi bir dille anlatır. Roland Barthes, bu filmde Chaplin'in proleter ile yoksul arasındaki çizgiyi belirginleştirdiğini söyler. Barthes'e göre, Şarlo karakteri açlık ve sefalet içinde, politik bilincin hemen altında yer alır; grevler onun için bir yıkımdır çünkü açlığın gerçekten kör ettiği bir insanı tehdit eder. Bu durum, işçinin yoksulluk ve proleterlik arasında sıkıştığını ve siyasi bilinçlenmeye ulaşamadığını gösterir.
Chaplin'in sessiz sineması, belki de en kalabalık ve çoğul seslere sahip olanıdır. Sessiz filmlerdeki yoğun duygusal ifade, beden dili ve mizansen aracılığıyla, farklı kültürlerden ve toplum kesimlerinden insanların seslerini duyurur. Sessiz sinema, kelimelerin yokluğunda çok daha derin ve evrensel bir iletişim kurar. Bu bağlamda, Chaplin'in sessiz filmleri, toplumsal sorunların ve insanın temel duygularının yankılandığı geniş bir yankı odasıdır.
Chaplin'in ilk sesli filmi olan "The Great Dictator"(Büyük Diktatör)(1940) ise Hitler ve Nazi rejimini cesurca hicveden bir yapıttır. Film, Chaplin'in diktatörlük ve faşizm karşısındaki net duruşunu ortaya koyar. Chaplin, filmde hem bir Yahudi berberi hem de Tomania diktatörü Adenoid Hynkel rolünde oynar. Bu çift rol, diktatörlüğün ve insanlık onurunun birbirine zıt iki yüzünü etkileyici bir şekilde yansıtır.
Filmin doruk noktası, berberin yanlışlıkla diktatör Hynkel yerine geçip halka hitap ettiği ünlü konuşma sahnesidir. Bu sahnede Chaplin, barış, özgürlük ve insan hakları üzerine dokunaklı bir konuşma yapar. "Diktatörler insanları köleleştirir, ama insanlar özgürdür. Dünya, kinle değil, sevgiyle dolmalı," diyerek Chaplin'in insanlık onuruna ve özgürlüğe olan inancını güçlü bir şekilde vurgular. Bu sahne, sadece bir film repliği değil, aynı zamanda Chaplin'in politik manifestosudur.
Chaplin'in Mirası ve Günümüz
Chaplin'in sineması, dönemin sosyal ve politik sorunlarını cesurca ele alarak izleyicileri düşündürmeye ve harekete geçmeye davet eder. "Modern Zamanlar" ve "Büyük Diktatör", Chaplin'in toplumsal adaletsizliklere karşı duruşunun ve insan haklarına olan bağlılığının simgeleridir. Bugün bile Chaplin'in mesajları geçerliliğini koruyor ve bizlere insanlık onuru, özgürlük ve adaletin önemini hatırlatıyor.
Chaplin'in filmleri, sadece eğlendirmekle kalmaz, aynı zamanda izleyicilere derin mesajlar iletir. Onun sanatı, politik eleştirinin ve sosyal bilincin gücünü gösterir. Söz konusu filmler kuşkusuz Chaplin'in sinemadaki politik izdüşümünün en parlak örnekleri olarak her daim izleyicilere ilham vermeye devam ediyor bugün de.
Chaplin, sinemanın sadece bir eğlence aracı olmadığını, aynı zamanda toplumsal değişim ve farkındalık yaratma gücüne sahip bir sanat formu olduğunu bize gösterdi. Onun mirası, insanlık onurunu ve adaletini savunan bir sanatçı olarak daima yaşayacak.