Seslenen Adam

Aşk, şiir ve mutluluk üzerine felsefi bir deneme: ruhun görkemli anarşisi

02.07.2025 23:55
Haber Detay Image

Bu yazıda, aşk, şiir ve mutluluk kavramlarını felsefi bir bakış açısıyla ele alıyoruz. Aşkın tanımsız doğası, sanatla kurduğu sancılı ilişki ve varoluşsal arayışlar üzerinden şiirsel bir yolculuğa çıkıyoruz. Aşkın neden bir tür anarşi olduğunu ve mutluluğun neden bir hedef olamayacağını imgelerle düşünmeye davet ediyoruz.

Ruhun Görkemli Anarşisi

Mutluluk, gölgesiz, camdan kanatlara sahip bir kuştur; ona uzanan her el, sonunda yalnızca kendi boşluğunu tutar. Onu dizelere hapsetmeye çalışan şairin mürekkebi kurur; onu tuvale taşımaya çalışan ressamın fırçası ise, o mutlak ışığın karşısında eğilir ve bembeyaz kalır. Sanat, mutluluğun kendisi değil, ona duyulan, hiç dinmeyen o kutsal susuzluğun ilahisidir. Huzurun sakin limanına demirlemiş bir ruh, neden kendini sanatın fırtınalı denizlerine bıraksın ki?

Sanat: Mutluluğun Değil, Eksikliğin Metaforudur.

Aşk ise bambaşkadır. O, tek bir nehir yatağının kollara ayrılması değil; binlerce gizli pınarın, derelerin ve yağmurun aynı denize kavuşma arzusudur. Yanağına vuran yağmurda ilahi bir rahmeti hissedemeyen; göçmen kuşların kanat seslerinde hem vedayı hem de umudu duyamayan bir kalp; bir başka kalbin o şifreli ritmini nasıl çözebilir? Aşk, kendini evrenin merkezi sananların gürültülü kibri değil; ait olduğu okyanusun sonsuz gücü karşısındaki sessiz ve görkemli teslimiyetidir.

O, ruhun simya kazanında, iki ayrı varlığın birbirine karışıp eriyerek üçüncü ve daha kıymetli bir elemente dönüştüğü, sancılı bir doğumdur. İçinde hem cennetin sükûnetini hem de cehennemin yaratıcı ateşini taşır. Kılıcın keskin sırtında yapılan diyalektik bir dans gibidir: amacı bir yere varmak değil, hareketin o anki kutsallığında var olmaktır. Günlük hayatın kaba ayak sesleri, bu dansın adımlarını siler. Onun sonu yoktur; çünkü o bir menzil değil, yolculuğun ta kendisidir.

Güneş ve gölgenin, sevinç ve kederin birlikte raks ettiği yerdir o…

Şiir ise, aşkın nefesinin kesildiği yerde başlayan ilk notadır. Sözcüklerin yetmediği o eşikte, imgeler görünmez köprüler kurar. Şarkılara dize olmuş nağmeler dökülür dudaklardan; en nadide inci, istiridyenin kanayan yarasına verdiği görkemli bir cevaptır.

Aşka açılan o gizli kapıyı bulmak, bir dervişin sabrıyla bakmayı gerektirir. Düşmüş bir yaprağın kutsal geometrisinde, eski bir kapı tokmağına sinmiş yaşanmışlıkta ya da bir çocuğun gözlerinde yargısız ve sonsuz bir gökyüzünü okuyabilenler bulur onu.

Bu, bir nesneyi tanımlayıp onu zihnin kafesine hapsetmek değil, onun vahşi ve isimsiz ruhuyla hemhal olabilmektir. Kalbin gözü bu şifreyi çözdüğünde, evren o tek yüzde toplanır ve o tek yüz, bütün evrene bulanır.

Aşkın Tanımsız Doğası ve Vahşi Ruhu

Aşk, medeniyetin ve aklın çizdiği sınırlara ruhun verdiği en asil cevaptır: görkemli bir anarşi. Zorunlulukların çorak topraklarında değil, kuralların eriyip yok olduğu o verimli kaosun içinde yeşerir.

O, kanunların ve anayasaların insan kalbinin meseleleri karşısında ne kadar küçük ve yetersiz kaldığının en büyük ispatıdır.

Şiir de aşk da kendi alfabelerini heceleyen, şifresi yalnızca iki ruh arasında saklı bir lisandır. Bu yüzden âşıklar susar, bu yüzden şairler, en bilindik kelimelerle en bilinmez dünyaları kurar. Her ikisi de bir eksiklikten değil; bir tamamlanma arzusundan doğar. İnci, bir yaranın doğurduğu mucizedir. En güzel şarkılar, susuz kalanın dudağından dökülür.

Aşk, düzenin ve kuralların çatlaklarından sızan yasadışı bir bahardır. Rutinin boğucu griliğinde değil, aykırılığın cüretkâr renklerinde yaşar. Güvenin aydınlığı kadar, bilinmezin loş gölgesine de aittir. O, kalıplara sığmayan, haritalara gelmeyen, gemilerini yakanların yegâne cesaretidir.

Bir Başkasının Gözünde Kendi Sonsuzluğunu Aynalamak

Ve nihayetinde aşk, milyarlarca yıldızla dolu bir gökyüzünden sadece birini seçip onu kendi güneşi ilan etme cüretidir.

O yıldız artık herhangi bir yıldız değildir; o, yönü şaşırmış kalbe yol gösteren kutup yıldızıdır. Bu birleşmede insan kendini kaybetmez; aksine, bir başkasının ruhunda kendi en derin, en engin ve en korkusuz benliğini bulur. Kalabalıklar içinde onunla görkemli bir yalnızlık, kendi ıssızlığında ise onunla eşsiz bir şölen yaşamayı öğrenir.

Çünkü aşk, yansımasını bir başkasının gözlerinde seyretme sanatıdır…

Aşk:

Aklın çizdiği her sınıra kutlu bir isyan,

İki ruhun kurduğu kanunsuz bir krallık,

Pusulayı kıran, yolun kendisi olan,

Hem en derin yara, hem sonsuz sağanak.

Şiir:

Sessizliğin rahminde doğan o tek kelime,

İstiridyenin yarasından damlayan inci,

En suskun fısıltı, en sağır çığlık;

Ruhun mürekkep olmuş, ölümsüz kimliği.

Özetle: O harika, sanatsal metin kalp ise, bu öneriler de o kalbin kanını her yere ulaştıracak damar sistemi. Birini diğeri için feda etmenize gerek yok; ikisi birlikte mükemmel uyumla çalışır.

Yazarın Tüm Yazıları

title